İsrail'in asıl hedefi bizsek
Helikopter kazasında İran Cumhurbaşkanı Reisi ölür... Hedef biziz, derler.
Kahrolası Netanyahu rahat durmaz, her kışkırtmaya başvurur...
İsrail, Hamas lideri Haniye'yi hem de Tahran'da şehit eder... Hedef biziz, derler.
Devrim Muhafızları komutanlarını bir gün Beyrut'ta, ertesi gün Şam'daki İran misyonunda öldürürler... Hedef biz oluruz yine.
Çağrı cihazlarını, telsizlerini patlatarak Hizbullah militanlarını devre dışı bırakırlar. Kim olacak başka, hedefin biz olduğumuzu söylerler.
Hizbullah lideri Nasrallah'ı, Lübnan'daki gizli sığınağında katlederler... Sorsanız, hedef tabii ki biz.
Katliama uğrayan, yerle yeksân edilen Gazze'yken de hedef biziz zaten.
E öyleyken 'asıl hedef biziz' korosu bunu kaçırır mı, yeniden iş başındalar.
Ezeli düşmanı İsrail; dün sabaha karşı İran'a bir kez daha saldırdı. Hedef gözeten, şok bir saldırıydı. En üst komutanlarıyla seçilen bilim insanlarını evlerinde, yataklarında katlettiler. Nükleer tesisi dâhil, dalgalar hâlinde vurdular. İçeriden istihbaratla, drone ve uçaklarla, ince bir askeri planlamayla...
Ancak bakıyorsunuz, İran bile üstüne alınmayacak neredeyse. İmkan olsa asıl hedefin kendileri olmadığını söyleyecekler.
İsrail'in sağ bıraktığı İran devlet ricalinden gelen tepkiler manidar. Cevapları güçlü olacak, Siyonist İsrail'i pişman edeceklermiş. Haritadan silme, dünya üstünden yok etme tehditlerini aşağı çekmiş görünüyorlar. Savaşı yaymak, cepheyi genişletmekse kaçındıkları bir şey.
Oysa maruz kaldıklarından daha büyük aşağılama, provokasyon mu olur... Ve son bir yılda kaçtır tekrar ediyor... Ama kışkırtmaya gelmiyorlar. Beklenen gürlükte değil tepkileri.
Yine yasak savmak için, yine utanma belâsına yüzlerce drone ve füze fırlattılar. Kimsenin burnunu kanatmadan düşmanı cezalandırmaya devam ediyorlar.
Korkutucu isimler taktıkları intikam füzeleri, ölüm kusan kamikaze İHA'larıyla Demir Kubbe'yi Tel Aviv'in başına yıkmadılar hâlâ.
Yenilgiye, çok güvendikleri askeri güçlerinin acizliğine ne mazeret uyduracaklarını mollalardan duyarız yakında.
Öncekilerde ne hezeyânlar savurmuşlardı. Çünkü İsrail'in cinlerden casusları, şeytanlardan askerleri olduğu yâvelerine bile sığınanlar çıkmıştı.
Göndere cihat bayrağı çekip Hamaney'e savaş yüzüğü taktırarak halkı oyalamaları, bunu da sineye çekerek geçiştirmeleri sürpriz olmaz.
Daha evvel demiştim, bugün de yeri geldi, hatırlatayım...
İsrail damarına bastıkça İran savaştan kaçıyor. Savaşı tâ kalbine taşıdılar. Yine de Tahran, bugün değilse ne gün, diye topyekün hücuma geçmiyor. O gür intikam nârâları dahi duyulmaz oldu. Acıklı ve göstermelik karşılıklarla mı verilir ölüm-kalım savaşı?
İran, esip gürleyip bir türlü yağmayan kâğıttan kaplan âcizliğine düştü. Evinde, yatağında misafiri güvende değil.
İntikam yeminlerinin, tören geçitlerinde askeri güç gösterileriyle şişinmelerinin bir caydırıcılığı kalmadı artık. Gövden açıktaysa gösterişin kime!
Esip gürleyip her defasında yağmazsanız yalancı pehlivana dönersiniz, hiçbir caydırıcılığınız kalmaz.
Yağmayacaksanız esip gürlemeyin ki sözünüzün caydırıcılığı sınanmasın. Bu bir.
İkincisi de...
Siyonist İsrail, Nil'den Fırat'a vaat edilen topraklar hayâli görüyor da savaşı Ortadoğu'ya yaymaya giriştiyse... Gözü Anadolu topraklarındaysa... İstanbul da tehlikedeyse... Yani sırada Türkiye varsa, asıl hedef bizsek gereği nedir? İktidar kavgasını bir kenara bırakıp muhalefetle bir araya gelmek ve iç cepheyi güçlendirmek mi? Yoksa İsrail tehdidini dahi iç iktidar mücadelesine âlet ederek muhalefete karşı kullanmak mı?
Asıl hedefin Türkiye olduğuna gerçekten inanıyorsanız ne yapacağınız belli.
İsrail'in saldırganlığından Türkiye'nin çıkaracağı bir mesaj varsa o da işte budur, Bahçeli'nin dediği gibi iç cepheyi derhal güçlendirmektir.














