Küçük hâfızın büyük hayâli
İsmâil, 1959 yılının bir kış gününde, Erzurum’un Çat kazâsına bağlı Değirmenli köyünde, Çimen âilesinin beşinci ve sonuncu çocuğu olarak doğmuş. Doğmuş ama dünyâya gözlerini açamamış. Anne babası, o küçükken öte âleme göçmüş. Âbileri yanında büyüyen İsmâil, okula gidememiş.
O yıllarda İstanbul’a gidip gelenler veya orada askerlik yapanlar, İstanbul’da gördükleri büyük câmileri anlatırlarmış. Onları dinleyen İsmâil, o câmilerde müezzin olma hayâli kurmaya başlamış. Köydekilere, “Ben, İstanbul’daki câmilerde ezan okuyacağım.” dediğinde (kendi ifâdesiyle) Zeki Alasya-Metin Akpınar’a güler gibi 5-10 dakika gülerlermiş. Hiç kızmamış gülmelerine ve daha bir sıkı sarılmış hayâline.
SOBACININ KEŞFETTİĞİ ZEKÂ
Birgün, gözlerinin açılması ihtimâli olup olmadığını öğrenmek için âbisiyle Erzurum’a hastâneye gitmiş. Müsbet bir sonuç çıkmamış. Sobacılık yapan bir tanıdıklarının dükkânına misâfir olmuşlar. Sohbet ederken İsmâil, daha pratik ve daha çok soba yapımı için bir tavsiyede bulunmuş. Yıllardır bunu niye akıl edemediğine hayıflanan adam, bu dokuz yaşındaki çocuğun hâfız yapılması için âbisine ısrar etmiş. Hattâ kapıyı kilitlemiş ve söz verip yemin edene kadar salmamış.
Köye döndüklerinde yeminin derdine düşen ağabey, durumu imama anlatmış. İmam, tecrübe etmek isteyince İsmâil, on beş dakikada Elemtere’den başlayıp on namaz sûresini ezberlemiş. İsmâil’deki hâfıza keşfedilmiş ama özel bir eğitim alması sıkıntılıymış. Hayâline ulaşmasının yolunun hâfızlık olduğunu kavradığından başta imam olmak üzere kimi yakaladıysa zorla ders almış. Öğrenci değil, talebe olmuş yâni. Bir sürü iş güç arasında kendisine zaman ayıramayan insanların peşine düşüp boş anlarını yakalamış. Böyle böyle on bir ayda hâfız olmuş. Olmuş ama eksiklerinin farkındaymış.
İSTANBUL’A KAÇIŞ
İsmâil, hem bu işin köyde tekâmül etmeyeceğini anladığından hem de âbilerinin yanına sığmadığını bildiğinden İstanbul’a kaçmaya karar vermiş. Çünkü “Nasıl bakacağız bu çocuğa?” sözleri, duyacağı biçimde konuşuluyormuş. Bir yandan gitmesini; diğer yandan “El ne der?” diye kalmasını istiyorlarmış. İki kere kaçma teşebbüsünde bulunmuş ve yakalanmış.
Nihâyet birgün her şeyi, ince ince planlamış. Erzurum’a gitmek için önce yaya olarak nâhiyeye ulaşması lâzımmış. Ne araba ne yol varmış. Kapıdan bakan uyuyor zannetsin diye yastığını yatağına yerleştirip bir gece yarısı yola düşmüş. Kurt, ayı vs. her tehlikenin olduğu tenha bir yoldan sabaha doğru nâhiyeye ulaşmış. Haftanın belli günleri gelip Erzurum’a giden kamyonu beklemiş. Kaçma hevesini bilenler şüphe etmesin diye âbisinin hastânede olduğunu söylemiş. O gün ve ertesi gün başka kamyon gelmeyeceği için peşinden gelenlerin yetişmesi mümkün olmamış.
Erzurum’a gidince sora sora otobüs terminalini bulmuş. Parası olmadığı için bilet vermemişler. O gece otogarda sabahlamış. Sabah doğru belediyeye… Belediye başkanıyla konuşmasına izin vermemişler. Derdini anlatmaya çalışırken tesâdüfen odasından çıkan belediye başkanı (veya yardımcısı), çocuğu dinlemiş. Belki İsmâil’in anlattığı yalan hikâyeye inanmış, belki de kaçtığını sezmiş, bilinmez. Hemen otogardan biletini ayırtmış. Cebine de bir miktar para koymuş. Değmeyin İsmâil’in keyfine! Ver elini İstanbul…
Takrîben 25 saatlik bir yolculuktan sonra, Topkapı’ya inen 10 yaşındaki âmâ çocuk, sora sora Sultanahmet’e gitmiş. İmamı görmek istediyse de mümkün olmamış. Bu arada, kendisine yardım eden bir adamla onlarca kursun kapısını çalmış. Gözleri görmediği için kabul edilmemiş. Sokakta kalan İsmâil, verilen işleri yaparak geçimini sağlamış. Su satmak dâhil, bir sürü iş yapmış. Bulduğu yerde korkmadan yatmış.
GÖNENLİ MEHMED EFENDİ
Aradan birkaç yıl geçmiş. Birgün Sultanahmet Câmii Başimamı Gönenli Mehmed Efendi’nin huzûruna çıkarak hâfız olmak istediğini söylemiş ve “Biz de seni bekliyorduk evlâdım.” cevâbını almış. Bundan sonra Gönenli Mehmed Efendi’nin himâyesinde, kâh baba oğul gibi kâh hoca talebe gibi altı ay Sultanahmet Câmii’nde kalmış. Akşam kapılar kapanınca câmi onların olurmuş. Hocası, “Hâfızım!” diye hitab edermiş. Sonra yine hocasının himâyesinde Fâtih’deki muhtelif kurslarda ders almış, ders vermiş. Bu arada, Ankara’ya gidip iki ayda, körler alfabesiyle okumayı öğrenmiş ve İlkokul diploması almış. İsmâil’in geçim derdini dert edinen Gönenli Mehmed Efendi, tanıdıklarına şart koşup hâfızına bir iş istemiş. Artık memûriyet yaşına gelen Hâfız İsmâil, Bayezıd Câmii’ne müezzin olarak tâyin edilmiş. Değirmenli köyündeki lastik ayakkabılı âmâ çocuğun hayâli gerçek olmuş.
Neler yapmamış ki? Kubbealtı Cemiyeti’de ney üflemeyi öğrenmiş. Kendisi için doldurulan 45 dakikalık İngilizce kaseti dinleyip İngilizce öğrenmeye başlamış. Sürekli turistlerle konuşmuş. Yabancı devlet başkanlarına bile rehberlik yapmış. Yirmi Avrupa üniversitesinde, tasavvuf ve tasavvuf müziği üzerine konferans vermiş.
İsmâil âbiyi, doksanlı yılların başında tanıdım. Bir akşam câmideki odasına misâfir olmuştuk. Her yer, düzenli ve tertemizdi. Pırıl pırıl giyinirdi. Çok nüktedandı. Türk Ocağı’nda rahmetli Özal’ın taklidini yaptığında, İskender Pala’nın, “Bu adam, Özal’ı nerde görmüş ya?” diye şaşırmasını unutamıyorum.
VE LUCİANNA
1994 Mayıs’ında İstanbul’a gelen bir turist grubuna tercümanlık etmesi için çağrılan İsmâil âbi, Luciana adında Brezilyalı bir hanımla tanıştı. Luciana, daha dokuz yaşındayken ilk din dersinde teslise karşı çıkmış. Gençliğinde bütün dinleri araştırmış. Hintli Müslümanlardan Peygamber Efendimizi dinlediğinde çok tesirinde kalmış. Türkiye’ye gelecek bir grubu duyunca onlara katılıp İstanbul’a gelmiş ve Müslüman olmuş.
Luciana, yeni adıyla Lütfiye Hanım, kısa bir süre sonra İsmâil âbi ile evlendi. İsmâil âbi, emekliye ayrıldı. Bir bankanın avukatı olan Lütfiye Hanım’ın işi sebebiyle önce Brezilya, sonra Amerika’da yaşadılar. Sonra Lütfiye Hanım da emekli olunca Üsküdar’a yerleştiler. Farklı ülkelere seyahat etmeye devam ediyorlar.
Aziz okuyucular!
Hâfız İsmâil’in hikmetli ve ibretli hayâtını gönül gözüyle okuyun ki anlatmayı beceremesem de maksat hâsıl olsun.














