‘Düşüncelerin Gün Batımı’na Zeyl*
Emil Michel Cioran’ın ne cinsten bir yazar ve düşünür olduğunu okurlar yakından bilirler. Sadece biyografisinin çarpıcılığıyla bile ilginç bir karakter sayılan Cioran, doğudan batıya gitmiş orada kendini bulduktan sonra tekrar doğuya dönmüş bir düşünür gibidir. Bu bağlamda kendi anadili Rumence yazdığı ‘Düşüncelerin Gün Batımı’ dilsel olduğu kadar duyuşsal, kültürel olduğu kadar inançsal ve bir o kadar da doğu ile batı arasında salınımlanan düşünsel bir esrime diye de okunabilir. İsmet Birkan çevirisyle Türkçe’yle ilk kez buluşan ‘Düşüncelerin Gün Batımı’ güneşi batmadan önce elinde tutan ve bir mitoloji kahramanı intibaı da taşır. Böyle kitapları okurken ilerlemenin zevkli yollarından biri altı çizilen her bölümü yoruma açmak ve ona zeyl düşmektir.
‘Yalnızlık yalnız olmayı değil, var olan tek kişi olmayı öğretir.’
Yalnızlık Tanrıya özgüdür demiş eskiler. Bir yandan onu yüceltirken bir yandan da imkansızlığını dile getirmişler. Yine de yalnızlık gelip insanı bulur. Bazen insan onu ister, peşine düşer. Kimi vakitte yalnızlıktan kurtulmak için her bedeli ödemeye hazırlanır. Cioran, var olmayı insan olabilmenin kemiği diye görüyor olmalı ki şekli ve görüntüyü değil iliği, ruhu öne çıkarıyor. Görünüşte tek, yalnız, bir başına görünen kişilerin bütün evreni ve insani erdemleri yüklendiğini imliyor.
‘Hayvanlar ve bitkiler de üzgündürler, fakat üzüntüyü bir bilgi aleti yapmamışlardır. İnsan ise tam da bu adetiyle, doğa olmayı sona erdirir. Etrafımıza bakınca, kim fark etmez ki bitkilere, hayvanlara bir çok madene dostlukla bağlıyız, ama insana asla.’
Uygarlık bir bilme yöntemidir ve onun karşılığı genellikle diğer canlılara ve doğaya karşı kullanılır. İnsan taşa sormadan onu yaptığı evin temeline koyar. Sülünü haberi olmadan avlar. Hayvanları evcilleştirip işe koşar. Soru budur; bütün olup bitenleri, canlı cansız evrenin içindekileri insanın emrine, bilgi yapma yetisiyle vermek ne derece adildir? Adilse, neden insan bu hakkı şimdiye değin nadirce kullanabilmiştir. Doğayı, hayvanları, bitkileri değiştiren insan kendisinde kaç milim yol alabilmiştir. Yeryüzü insan yüzünden mi yoksa tabiat sebebiyle mi hala güvensizdir?
‘Normal olarak, geçmiş, şimdinin güncelliğinde kaybolur, ona eklenir ve onun içinde erir’
Zamandan kopuş mümkün mü? Takvim ile saati, gün ile sonsuzluğu ayıran perdeler nelerdir. Yine de biliriz ki hep ileriye doğru atılmak isterken arkamızdan elastik bir ip bizi kendisine çeker. Bilge kişiler ne geçmişe ne de geleceğe saplanırlar. Şimdinin içinde dönen, nefes alıp veren, hatta bazen can çekişen geçmişi değil aynı halde geleceğe göz kırpan geçmiş ve şimdi devinimini hissederler. Mevlana; gençlerin sokağın akışında göremedikleri hakikati yaşlılar bir köşe taşının gözeneklerinde okurlar manasında bir cümlesi vardır. Yaş biyolojiye değil hikmete karşılık gelir bu cümlede.
‘Ne zaman siste dolaşsam, kendimi kendime daha kolay açarım. Güneş sizi kendine yabancı kılar, zira dünyayı ( size) açarak sizi aldatıcı oyunlara bağlar. Sis, burukluğun rengidir’
‘Hüzün ki en çok yakışandır’ der şairimiz Hilmi Yavuz. Sis, buruk rengiyle hüznün muğlaklığında yitik olmanın esenliğini duyurur mu bilinmez fakat ‘bu gökkubbe altında söylenmemiş bir şey yoktur’ sözü, güneşle irtibatlandırıldığında, ona her şey zaten malumdur öyleyse müphemiyerin şemsiyesini açmak gerekir. Thomas Bauer, Müphemlik Kültürü ve İslâm kitabında, sise yakışır bağdaştırmalarda bulunmuştur, diyebilir miyiz? Yine keskinlikler bize şiir getirmezler. Aşk o yüzden siste kaybolma iştiyakıdır. Hatta neşvesi.
‘Giysiler bize, Zaman karşısında yapay bir üstünlük verir: Şapka başta, kravat boyundayken nasıl ölümlü olunabilir? Giysiler dinlerden daha fazla yanılsama yaratmıştır.’
Modanın gittikçe insan bedenini açığa çıkarırken giysiyi gizlemesi hep merakımı dürtmüştür. Hele, büyük markalara ölüm karşısında hayatın bedelini ödermişçesine dökülen paraları düşğndükçe bu merakım daha da giderilemez olur. Cioran, giyinmenin bize ölümü unutturduğunu söylüyor. Zaten, ilk günahın hemen akabinde Adem ile Havva’nın edep yerlerinde giysiye mecbur olmaları yeterince yorum çağırıyor. Dünya asıl o zaman giysiyle başlıyor fakat bütün inançlar tekraren dünyanın faniliğini dillendiriyor. Giysiye gittikçe dünyaya daha mı bağlanıyoruz? Ya kefene ne demeli? İnsanın üstünde bir dünyalık olmadan doğarken dünyaya dair bir giysiyle öteye uğurlanması…
‘Dağlar yalnızlıklarını göğe komşuluklarıyla, çöl ise serapların şiiriyle aldatır. Yalnız insanın kalbi ebediyen kendisi ile baş başa kalır.’
‘Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim’ demiş bizim Yunus, demiş ki, ne güzel söylemiş. Ruhumuz bazen dağ gibi yücelir çöl gibi dara da düşer. Ama insan hepsinin üstündedir. Buna değer. Bu güzeldir.
Düşüncelerin Gün Batımı. E. M. Cioran. Çev: İsmet Birkan. Jaguar. Haziran 2025. 245 sayfa.














