Hicret öyle bir şey değil
İslam tarihindeki “hicret” kavramı, geçtiğimiz günlerde medyada “Gazze halkının başka coğrafyalara göç etmesi” ile ilgili olarak gündeme geldi. Gazze′de yaşanan ve yaklaşık 51 bin kişinin ölümüne sebep olan saldırılardan sonra Trump′un, Gazzelileri başka ülkelere yerleştirme ile ilgili açıklamaları haklı olarak çok tepki çekti fakat vicdan sahiplerinin Gazze′de yaşanan insanî dramı göz önünde bulundururarak Gazzelilerin başka coğrafyalarda iyi şartlarda yaşama ihtimalini dile getirmeleri de gayet anlaşılır. Bu durumda İslam tarihindeki “hicret” hadisesinin ne olduğunu, nasıl olduğunu hatırlamakta ve etraflıca değerlendirmekte de fayda var çünkü ortada “Tehcir (göç ettirme) dile getirildikten sonra hicret mi olur?” diye bir soru var. Bu soru da anlaşılır bir soru çünkü “Hicret söz konusu olacaksa sırası bunca kişi ölmeden önce değil miydi?” diyenlerin haklılık payı var. Var olmasına var da “Daha çok kişinin ölmesini göze almak da anlamsız.” diyenlerin de haklılık payı var.
İslam tarihindeki hicret hadisesini özetlersek ise hicret sürecinin aslında Resulullah’ın İslam dinini tebliğ etmeye başlaması ile başladığını bile söyleyebiliriz çünkü Resulullah, Mekke’de, müşriklere İslam dinini tebliğ etmeye başladıktan hemen sonra olumsuz tutum ve davranışlarla karşılaştı. Bu olumsuz tutum ve davranışlar, İslamiyet’in yayılmaya başlamasıyla da eziyet ve işkenceye dönüştü hatta sahabeden öldürülenler oldu. Bu dönemde Resulullah, bir grup Müslüman’ın Habeşistan’a gitmesine izin verdi. Daha sonra bir grup Müslüman daha Habeşistan’a gitti. Gidenlerin sayısının artması üzerine Mekkeliler bir heyet göndererek Müslümanların iadesini istediler. Habeşistan kralı bu teklifi reddetti. Daha sonra bu Müslümanlar kendi istekleri ile Medine’ye gelmişlerdir.
Mekke’de yaşayan Müslümanlar ise çok zor zamanlar geçirmiş, Resulullah’ın amcası Ebû Talip’in ölümünden sonra ise daha zor şeyler yaşamışlardır. Bu dönemde Resulullah, Taif’e gitmiş, tepkiyle karşılanmış ve Mekke’ye dönmüştür. Bir grup Müslüman’ın tanıştığı Medinelilerden bazılarının İslam’a girdiği Akabe biatları bu dönemdedir. Özellikle ikinci Akabe biatında Medineli Müslümanlar, Resulullah’ı ve Mekkeli Müslümanları şehirlerine davet etmiş, gelirlerse onları koruyacaklarına söz vermişlerdir. Resulullah tarafından Hicret yeri olarak Medine’nin seçilmesinde bu biatların etkisinin olduğu düşünülebilir. Akabe biatlarından sonra sahabe gruplar halinde Medine’ye hicret etmeye başlamıştır. Bu süreç de zorludur çünkü Mekkeliler, Müslümanların Medine’ye gitmesini istememekte ve zorluk çıkarmaktadırlar yine de Müslümanların çoğu süreç içinde Medine’ye göç etmiştir. Mekke’de Resulullah ve yakın çevresi ile göç etmeye güç yetiremeyenlerden oluşan bir grup Müslüman kalmıştır. Mekke’den göç ederek Medine’ye giden Müslümanlara “muhacir”, onları Medine’de karşılayan Müslümanlara ise “ensar” denilmektedir.
Müslümanların Medine’ye yerleşmeleri ve orada güçlenmeleri Mekkelileri rahatsız etmiş, Resulullah’ın da Medine’ye gitmesi ve orada kendilerine karşı bir güç oluşturmasından endişe etmişlerdir. Bu yüzden toplanarak Resulullah’ı öldürtmeyi planlamışlardır. Resulullah, bu durumdan haberdar olunca Ebu Bekir ile birlikte Medine’ye hicret için harekete geçmiştir. Bir kılavuz eşliğinde önce Medine’nin tersi istikametteki Sevr mağarasında üç gün konaklamışlar, burada kendilerini yakalamak için peşlerine düşen Mekkeli müşriklerden kıl payı kurtulmuşlar, daha sonra farklı bir güzergâhtan olmak üzere rotalarını Medine’ye çevirmişler ve nihayet Medine’ye bir saat mesafedeki Kuba’ya varmışlar, bir süre Kuba’da konakladıktan sonra Medine’ye geçmişlerdir. Bu sürecin yaklaşık iki hafta sürdüğü rivayet edilir.
Resulullah’ın Mekke’den Medine’ye hicret etmesi ile İslam tarihinde yeni bir dönem başlamış, muhacirlerle ensar arasında güzel bir dayanışma oluşmuş, Müslümanlar Medine’de güçlenmiş ve Resulullah’ın önderliğinde bir İslam devleti kurmuşlardır.
Mekke döneminde nazil olan ayetlerle Medine döneminde nazil olan ayetler incelendiğinde içeriklerinde farklılıklar olduğu da tespit edilebilmektedir. Mekke döneminde nazil olan ayetlerde genellikle tevhid, nübüvvet, ahiret gibi konular işlenirken Medine dönemindeki ayetlerde bireysel ve sosyal hayat, devletler arası ilişkiler vb konular öne çıkmıştır.
Elbette hicret süreci bir yazıda anlatılabilecek bir süreç değildir. Başta da belirttiğim gibi bu sadece kısacık bir özet. Ayrıca “hicret” denildiğinde hep Resulullah’ın Mekke’den Medine’ye hicretini anlıyoruz fakat Kur’an ayetlerini dikkatle okursanız diğer peygamberlerden de yaşadıkları yerlerden başka bir yere gitmek durumunda kalanlar olduğunu göreceksiniz, mesela İbrahim aleyhisselam, kavmi kendisini ateşe atmaya kalktıktan sonra Ken’an diyarına hicret etmiş, Musa aleyhisselam kavmiyle birlikte başka bir yere yerleşmek üzere Mısır’dan çıkmıştır.
Araf 7/88. ayet ise hicret bağlamında çok farklı bir ayettir:
“Halkının büyüklük taslayan ileri gelenleri şöyle dediler: “Ey Şuayb! Ya kayıtsız şartsız bizim dini yaşama biçimimize dönersiniz ya da seni ve beraberindeki inananları kesinlikle ülkemizden çıkarırız!” Şuayb dedi ki: “Biz (sizin dininizden) hoşlanmasak da mı?”
Bu ayete hicret ile tehcir arasındaki ince çizgiyi gözetirken mutlaka dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyorum.














