Görüşler

Emek, mülkiyet ve ahlak üzerine Türkiye sendikacılığına eleştirel bir müdahale

Emek, mülkiyet ve ahlak üzerine Türkiye sendikacılığına eleştirel bir müdahale

“Sendikaların ‘amaç ve ilkeler’ bölümlerine odaklanıldığında, emeğin büyük ölçüde geçim araçsallığına indirgenmiş olduğu görülmektedir. Oysa çalışmanın yalnızca yaşamsal ihtiyaçlara cevap veren bir faaliyet olarak değil, aynı zamanda bireyin toplumsal haklarını kuran, mülk edinimini ahlaki kılan bir etkinlik olarak kavranması gerekir.”

ÖZET

Türkiye’deki sendikaların tüzüklerinde “emek” genellikle sadece geçim düzeyiyle ilişkilendirilen bir kavram olarak yer alır. Bu yazı, sendikal tüzüklerde emeğin nasıl tanımlandığını çözümleyerek, bu tanımın neyi dışarıda bıraktığını sorgular. Emeğin yalnızca ücret pazarlığının nesnesi değil, aynı zamanda mülkiyetin meşru ve en ahlaki kaynağı olduğu savunulmaktadır. Bu bağlamda sendikal düşünceye, etik temelli, iktisadi adalet odaklı yeni bir paradigma önerilmektedir.

1. GİRİŞ

Sendikaların ‘amaç ve ilkeler’ bölümlerine odaklanıldığında, emeğin büyük ölçüde geçim araçsallığına indirgenmiş olduğu görülmektedir. Oysa çalışmanın yalnızca yaşamsal ihtiyaçlara cevap veren bir faaliyet olarak değil, aynı zamanda bireyin toplumsal haklarını kuran, mülk edinimini ahlaki kılan bir etkinlik olarak kavranması gerekir. Bu yazıda, Türkiye sendikacılığındaki hâkim emeğe bakış açısı sorgulanmakta ve bu bakışın dışladığı kurucu unsurlar görünür kılınmaktadır.

2. TÜRKİYE SENDİKALARININ TÜZÜKLERİNDE EMEK KAVRAYIŞI

Türkiye’de faaliyet gösteren başlıca konfederasyonların tüzüklerinde yer alan ifadeler analiz edildiğinde, emek kavramının ortak biçimde “insanca yaşam”, “adil ücret”, “sosyal güvenlik” gibi kavramlarla çevrelendiği tespit edilmiştir. DİSK emeği “yüce değer” olarak tanımlar ancak mülkiyet edinim aracı olarak doğrudan ilişkilendirmez. MEMUR-SEN, emeği “alın terini değerlendirmek” şeklinde tanımlar; ancak “vaktinde verilmesi gereken alın teri karşılığının kriterlerine değinmez, savunuları emeğin geçim sınırlarını aşmaz. HEP-SEN tüzüğünde “insan onuruna yaraşır adaletli gelir” hedefi belirtilir; ancak bu da üretim sürecine katılım ya da ortak mülkiyet haklarıyla temellendirilmez. Bu düzeyde bir yaklaşım emeğinden yararlanılan bir yük hayvanına sağlanan yaşam standartlarındadır. Ona birikim ve nihayetinde mülkiyetten pay verilmez. İlerde üretime katılacak yavrularıyla beraber yeme, içme, barınma, tımar, sağlık, üreme hakları tanınır. Sendikalar bu durumda oldukları için siyasal iktidarlar asla bu cihetten sorgulanmazlar. Dolayısıyla konu bir cihetiyle zihniyet sorunuyken yansıması yapısal kronik bir soruna dönüşür.

Bu örnekler, Türkiye’de sendikal yaklaşımın emeği geçim aracı olarak tanımlamakla yetindiğini; mülkiyet ve iktisadi adaletle bağ kurmadığını göstermektedir. Diğer sendikalar da yaklaşık aynı durumdadır.

3. EMEK, MÜLKİYET VE AHLAK ARASINDA YENİDEN DÜŞÜNME

Emek, yalnızca ücret karşılığı gerçekleştirilen bir etkinlik değil, aynı zamanda bireyin toplumsal düzen içerisindeki haklarını ve yerini belirleyen kurucu bir değerdir. Charles Taylor, emek sürecini bireyin kendini gerçekleştirme biçimi olarak tanımlar ve bu bağlamda çalışmak bir etik oluş sürecidir. Bu yaklaşım doğrultusunda, emeğin sadece “geçimlik” üzerinden değil, mülkiyet hakkı üretmesi yönüyle değerlendirilmesi gerekir. “Geçimlik” üzerinden ancak doğrudan kamu yardımı yaşam ücreti “living wages” veya emekli aylıkları belirlenirken kullanılabilir.

Her iktisadi sistemde üretilen tüm değerler en nihayetinde en az bir insanın emeğine dayanır. Dolayısıyla üretim dediğimiz süreç, en temelde insanların ömrünün bir bölümünün harcaması anlamına gelir. Bu noktada sorulması gereken soru şudur: Bir insan hayatının maddi bedeli nedir? Bu soruya maddi anlamda bir değer biçilemeyeceğine göre, üretilen değerden eşit ve adil pay verilmesi dışında hiçbir sistem adil ve ahlaki olamaz. Geçinmek için çalışmak zorunluluğu sınırını aşamamış hiçbir iktisadi sistemde de “rıza” varsayılamaz. Emeğin üretime kattığı değer sermayenin kattığı değerden daha az değildir ki sermayede en nihayetinde geçmiş faal emeğinin maddi değere dönüştürülmüş halidir. Yani hesap esasında “statik emekle” “dinamik emek” arasında bölüşüm meselesidir. Durum böyle iken meseleyi yalnızca geçimlik bir hesap düzlemine sıkıştırmak ve buna karşılık, üretilen değerden emeğe eşit, emekçiye adil pay tanımamak açık bir sömürüdür. Bu anlayış, yalnızca iktisadi açıdan değil, aynı zamanda insani ve ahlaki açıdan da gayri meşrudur. Bu yaklaşım, emekçiyi araçsallaştıran, insanı sayısal bir girdiye indirgeyen kötücül bir aklın ürünüdür. Emeğini sermaye haline getirmiş veya sermaye haline getirilmiş emeği tevarüs eden sermayedarla, faal emekçi arasında özne nesne ilişkisi dayatmaktır.

4. KURAMSAL ARKA PLAN

4.1 John Locke’un Emek Temelli Mülkiyet Kuramı

John Locke, “her insan emeğini karıştırdığı şeyin sahibi olur” diyerek mülkiyetin ahlaki temelini emekte bulur. Emeğin değeri, yalnızca ortaya çıkardığı mal ya da hizmette değil; o mal ve hizmetle kurulan doğal hakkaniyet ilişkisindedir.

4.2 İslam İktisadında Emek ve Mülkiyet

İslam iktisadında da benzer biçimde, mülk ancak helal yollardan ve emek ve statik emek sermayeyi risk’e atarak üretime katma yoluyla elde edilebilir. Necm suresi 39. ayette “İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır” denmektedir. Bu anlayış, mülkiyeti ilahi, siyasi, ideolojik veya kültürel bir ayrıcalık değil, insani emeğin meşru sonucu olarak tanımlar.

İslam aynı zamanda, makro düzeyde servetin “yalnızca belli bir zümre arasında dolaşmasını” reddeder. Haşr Suresi 7. ayette yer alan “...servet yalnızca bazılarınızın arasında dolaşan bir güç haline gelmesin…” ifadesi, servetin geniş bir tabana yayılmasını ve tekelleşmemesini zorunlu kılar. Bu, sistemsel olarak mülkiyetin adil dağılımını hedefleyen bir ilkedir. Bu dağıtımın da en meşru yolu emek ve risk alan sermaye eğimli olarak dolaşmasını sağlamaktır.

Mal ve hizmet üretiminde çalışan ile işveren arasında üretilen değerin yarı yarıya paylaşılması, hem Hz. Peygamber’in hem de onu takip edenlerin müekked sünneti olarak değerlendirilmiştir. Bu sünnete göre işçi yalnızca geçimini sağlayacak kadar değil, üretimdeki payı oranında kazanç elde etmiştir. Bu nedenledir ki Medine’ye yalınayak gelen birisi birkaç yılda Müslümanların ortalaması mülke ulaşabilmiş bazıları daha da zengin olabilmiştirler.

Buna ek olarak, hizmet sektörü gibi doğrudan üretimle değil, bakım, temizlik, hasta bakımı, ev içi işler gibi faaliyetlerle ilgili işlerde de farklı bir adalet ölçütü getirilmiştir. Nahl Suresi 71. ayette geçen “Allah, rızıkları kiminize kiminizden fazla vermiştir; ama rızık verilenler, ellerinin altındakilere rızıklarını vermezler...” uyarısı, çalışanın yaşam standardının çalıştıranınkine eşitlenmeye çalışılması gereğini emreder. Aksini de “…Allah’ın nimetlerini inkâr…” sayar. Bu anlayış, Hz. Muhammed’in “Yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin” şeklindeki hadisiyle de desteklenmiştir. Böylece İslam, emekçiyi sadece çalıştırılan değil, aynı zamanda birlikte yaşanılan ve yaşam standardında eşitlenmesi gereken bir özne olarak konumlandırır.

Bu bağlamda kamu çalışanlarının ücretleri, yukarıda belirtilen iki ücretlendirme biçiminin (üretilen değerden pay alma ve yaşam standardında eşitlenme) ortasına yerleştirilerek belirlenir. Yani bir kamu çalışanı ne toplumun en yoksulu kadar yoksul ne de en zengini kadar varlıklı olabilir. Kamu çalışanının maaşı, ülkenin genel gelir ortalamasına ve toplumsal adalet ilkesine göre konumlandırılmalıdır. Bu da hem emeğe verilen değeri hem de kamu görevinin sorumluluğunu dengeleyen adil bir sistemdir.

4.3 Sosyalist Teorilerde Mülkiyet Eleştirisi

Karl Marx’a göre üretim araçlarına sahip olan sınıf, emeğin ürettiği artı-değere el koyar; bu nedenle mülkiyetin kolektifleşmesi gerekir. Ancak burada sunulan yaklaşım, sadece üretim araçlarının sahipliğini değil, bireysel emeğin adil pay talebini de içerir. Emeğe dayalı mülkiyet, hem sosyalist hem de etik temelli bir talep olarak yeniden kurulabilir. Kaldı ki “sermaye birikmiş emektir” sözü Marx’a aittir.

5. SÖYLEM VE EYLEM YOKLUĞU: DERİN BİR SESSİZLİK

Türkiye’deki büyük konfederasyonlar – DİSK, KESK, Türk-İş ve Kamu-Sen – yalnızca tüzüklerinde değil, söylemlerinde, eylemlerinde ve örgütsel vizyonlarında da “çalışmanın meşru mülkiyet üretmesi” fikrine hiçbir zaman yer vermemiştir.

Toplu Sözleşme ve Grevler genellikle ücret, tayin, özlük hakları gibi sınırlı ekonomik başlıklarda yapılmakta; hiçbir sendika emeğin üretim sürecine kattığı değerin mülkiyete dönüşmesi gerektiğini dile getirmemektedir. Kampanyalar, bildiriler ve açıklamalar çoğunlukla “insanca yaşam”, “refah düzeyi”, “adil vergi”, “kamusallığın korunması” gibi genel talepleri içermektedir. Ancak mülk edinme, ortak sahiplik ya da üretim hakkı gibi konular sendikal alanın dışında tutulmaktadır.

Bu yokluk, emeğin sadece ücret ve statü talebine indirgenmesine, emekçilerin gerçek iktisadi özneler değil, mağduriyet sahipleri hatta “kamuya yük” olarak konumlanmasına neden olmaktadır. Oysa emekçi, üretimin hem ahlaki hem maddi sahibidir.

6. ALTERNATİF BİR SENDİKAL PARADİGMA ÖNERİSİ

Bu perspektiften bakıldığında, sendikal mücadelenin yeniden tanımlanması gerekmektedir. Önerilen paradigma şu ilkeleri içerir:

Emek yalnızca geçim değil; mülkiyet üretme hakkıdır.

Sendika, üyelerinin üretim sürecindeki payını gözetir; ücretle sınırlı olmayan bir sahiplik hakkını savunur.

Mülkiyet, ancak emeğin ahlaki katkısıyla meşru sayılır; bu da sendikal adaletin temelidir.

Buna göre, sendikaların tüzüklerinde aşağıdaki türden ifadelere yer verilebilir:

“Sendika, emeği mülk edinmenin meşru ve ahlaki temeli kabul eder.”

“Sendika, üretime katılan üyelerinin iktisadi pay sahibi olma hakkını gözetir.”

“Emek, geçim aracı değil; iktisadi bağımsızlığın ve toplumsal adaletin dayanağıdır.”

7. SONUÇ

Hiçbir konfederasyon, emekle mülkiyetin bağını kuracak şekilde, iktisadi sistemin dönüştürülmesini hedefleyen bir vizyon geliştirmemiştir. Neoliberalizme karşı çıkanlar bile çoğunlukla “kamuculuğa dönüş” gibi eski çözüm modellerine yaslanır; ancak emek temelli alternatif bir ekonomi önermez.

Hiçbir konfederasyon, ister devrimci ister muhafazakâr eğilimli, ister milliyetçi olsun, çalışmayı mülk edinmenin meşru ve ahlaki temeli olarak gören hiçbir düşünsel, örgütsel ya da eylemsel pratiğe sahip değildir.

BU GERÇEK ÜÇ DÜZLEMDE AÇIĞA ÇIKAR:

1. Söylem düzeyinde:

Sendikalar genellikle “insanca yaşam”, “adil ücret”, “eşit işe eşit ücret”, “sosyal haklar” gibi kavramlar etrafında bir retorik üretmektedirler. Ancak bu söylemler, emeğin toplumsal mülkiyetle veya bireysel sahiplikle ilişkisini kurmaz. Örneğin:

DİSK’in 1 Mayıs bildirilerinde, “taşerona karşı”, “asgari ücret insanca yaşanacak düzeye çıkarılsın” gibi talepler sıkça yer alırken, üretime katılan emekçinin sermaye veya kar payı talebi hiç gündeme gelmez.

KESK, kamu hizmetlerinin piyasalaşmasına karşı çıkar, ancak hizmet üretimine katkı sunan kamu emekçisinin, o hizmetin iktisadi değerine ortak olmasını savunmaz.

Türk-İş, “geçinmek istiyoruz” mottosunu öne çıkarır; ancak “mülkiyet hakkı emeğe dayanmalıdır” diyemez.

Kamu-Sen’in söylemleri daha çok “liyakat”, “statü” ve “milli duruş” çerçevesindedir; ekonomik demokratikleşme hiç gündem değildir.

Memur-Sen, “milli irade”, “medeniyet sendikacılığı” ve “yerli duruş” gibi içi boş hamasetle sendikal vecibelerini kitlesine unutturur. Emek konusunda üzerinde tepindikleri “medeniyetimizin” kodlarından hiçbir çıkarsama yapmaz hiçbir değere sahip çıkmaz. Dolayısıyla emeğin üretimdeki payına, iktisadi ortaklığa veya mülkiyet hakkına dayalı bir talep dile getirmez.

2. Eylem düzeyinde:

Hiçbir konfederasyonun örgütlediği kitlesel eylem, grev ya da kampanya, “emekçinin iktisadi sahiplik hakkı” etrafında kurgulanmamıştır.

Grevler genellikle ücret artışı, fazla mesai ücreti, ikramiye veya tayin hakları gibi başlıklar etrafında toplanır.

Hiçbir sendika, üretim sürecindeki değerin paylaşımı, işçinin kar payı hakkı, emeğin mülk edinme hakkı ve imkanını savunmaz.

Kamu mülkü üzerinden en azından kamu emekçilerine arsa, konut imkanı sağlayacak bir faaliyette hiçbir kurumsal programda yer almaz.

Bu yokluk, emeğin sadece ücret ve statü talebine indirgenmesine, emekçilerin gerçek iktisadi özneler değil, mağduriyet sahipleri olarak kalmasına neden olmaktadır.

KAYNAKÇA

DİSK. (2024). Tüzük. Erişim: https://disk.org.tr

Memur-Sen. (2024). Tüzük. Erişim: https://memursen.org.tr

HEP-SEN. (2024). Kurumsal Tüzük. Erişim: https://hepsen.org.tr

Charles Taylor (1985). Philosophy and the Human Sciences. Cambridge University Press.

Locke, J. (1689/1988). Two Treatises of Government. Cambridge University Press.

Kur’an-ı Kerim, Necm Suresi, 53/39.

Marx, K. (1867). Das Kapital. Hamburg: Otto Meissner Verlag.

KESK. (2024). Tüzük ve İlkeler. Erişim: https://kesk.org.tr

Türk-İş. (2024). Tüzük. Erişim: https://turkis.org.tr

Türkiye Kamu-Sen. (2024). Tüzük. Erişim: https://kamusen.org.tr

Gorz, A. (1999). Emek, Özgürlük ve Otonomi. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Chapra, M. U. (1992). Islam and the Economic Challenge. Leicester: Islamic Foundation.

Polanyi, K. (1944). The Great Transformation. Boston: Beacon Press.

(HASAN KÖSE. Eğitimci ve araştırmacı yazar.)

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir