Hukuk ile siyasetin karşı karşıya geldiği kertede yolsuzluk ve ahlaksızlık kararını kim vermelidir? Demokrasi yanlılarına göre halk vermelidir. Çünkü hukuku yapan, onu meşrulaştıran halkın iradesidir. Binaenaleyh İmamoğlu’nun yolsuzluk yapıp yapmadığına halk karar vermeli, bunun jüriliğini halk yapmalıdır.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçiminde muhtemel rakibini ve onun partisini yolsuzlukla suçlayarak yarış dışı etmesi mantıksızdır. Bir parti ve siyasetçinin rakibini siyaset dışı yollarla ekarte etmesi seçmen nezdinde bunu yapanın zayıflığına ve haksızlığına hamledilir. Nitekim İmamoğlu yerel seçimin aleyhine iptal edilmesi üzerine yenilenen seçimde oylarını artırarak yeniden seçilmişti. İmamoğlu’na yönelik yolsuzluk suçlaması onu gelecek Cumhurbaşkanı seçimlerinin favorisi yapabilir. Tutukluluk halinin devamı ise İmamoğlu’nun yerine gösterilecek makul bir adayın önünü açabilir. Yaklaşık çeyrek asırdır iktidarını sürdüren bir partinin rakiplerini yolsuzlukla suçlaması mantıksızlıktan öte, deliliktir. Türk siyasal liginin en büyük iki takımından birinin diğerini yolsuzlukla suçladığında, halk bunu “..acaba hangisi daha fazla yemiştir..” şeklinde tartışacaktır.
***
Bizim gibi popülist demokrasilerde siyasetin finansmanı maalesef hukukun yolsuzluk olarak tanımladığı yöntemlerle gerçekleşmektedir. Böyle olmasını halk da kanıksamış görünmektedir. Meselenin çözümünde şu sorunun cevaplanması kritiktir: Hukuk ile siyasetin karşı karşıya geldiği kertede yolsuzluk ve ahlaksızlık kararını kim vermelidir? Demokrasi yanlılarına göre halk vermelidir. Çünkü hukuku yapan, onu meşrulaştıran halkın iradesidir. Binaenaleyh İmamoğlu’nun yolsuzluk yapıp yapmadığına halk karar vermeli, bunun jüriliğini halk yapmalıdır. Neticede jüri kurumu bir insan hakkı olarak kabul edilmektedir.
Hukuk devleti öncelikle usuldür. Eşitlik, hukuk devletinin önde gelen usuli ilkelerinden biridir. Yolsuzluğun yol olduğu yerde onlardan sadece birinin üzerine gidilmesi eşitlik ilkesine aykırıdır. Ama olayın asıl sebebi hukuksuzluk değildir. Olayların faili olan yerleşik devlet, değişen dış politik duruşuna ve savunma sanayiine tehdit oluşturduğu, bunu yapacak dış odaklarla eski yaltakçı ilişkiyi sürdürmek istediği için İmamoğlu ve CHP’nin üstüne gitmektedir.
***
Son yıllardaki ekonomik ve siyasi değişme Türkiye’nin kendi bölgesinde özerk dış politika izlemesine imkân tanıdı. Bu bağlamda ayrılıkçı Kürt siyaseti Türkiye’deki iki gelişmeye hizmet etti! Birincisi milliyetçi ve devletçi çizgide bir siyasal bütünleşmeyi motive etti. Devletin laisist bürokratik kanadını baskıladı. Böylelikle çeyrek asırdır devam eden güçlü ve sürekli bir iktidarı mümkün oldu. İkincisi ise savunma sanayiinin gelişmesini motive etti. Savunma sanayiinin gelişmesi Türkiye’nin bağımsızlıkçı dış politika izlemesinde dayanak noktası oluşturdu. Ama asıl dayanak ABD merkezli tek kutuplu dünyanın plüralize olması ve hegemon güçlerin Türkiye’ye olan baskısının azalmasıydı. Neticede Türkiye’nin kendi bölgesinde etkinliği arttı, orta ölçekli güç haline geldi. Bu sayede daha bağımsızlıkçı politika izlemeye başladı. Türkiye’nin Batılı hegemon güçlerle 200 yıldır devam eden yaltakçı ilişkisi sona erdi.
***
Uluslararası kulvarda güç mücadelesine girişen yerleşik devlet, arkasını konsolide etmek istiyor. Derdi İmamoğlu ve CHP’yi yok etmek değil, ıslah etmektir. Kim bilir! Islah olurlarsa iktidar olma şansları da olabilir. CHP tek başına yerleşik devleti yenemez. Devletle mücadele tecrübesi de bulunmamaktadır. Belki Kürt siyasal hareketini arkasına alırsa oyunu bozabilir. Ama başarısızlığın bedelini Kürt siyasal hareketi öder. Nitekim yeniden Kürt açılımı bu senaryonun önüne geçmek için yerleşik devlet tarafından başlatılmıştı. Kürt siyasal hareketinin öncülerine siz bizim iç hesaplaşmamıza karışmayın denmiştir. Onlar da karışmamayı mantıklı bulmuşlardır.
***
Fetihçi politikaya yönelen yerleşik devletin ideolojik bağnazlığı kırılmıştır. Herkesi zorla laik Türk yapma politikasından vazgeçilmiştir. CHP’lilerin de buna ayak uydurması istenmektedir. Çünkü laik Türkleri beyaz ırk olarak kabul eden Türkiye Apartheid rejimi fiilen sona ermiştir.
***
Yerleşik devletin Tayyip Erdoğan’ın emrine girdiği doğru değildir. Aksine Tayyip Erdoğan devletin emrine girmiştir. Ergenekon süreci, 15 Temmuz 2016’daki FETO temizliği, başkanlık sistemine geçiş hep yerleşik devletin hanesine yazılan kazanımlardır. 2023 seçimlerinde Cumhur İttifakını kazandıran ve Tayyip Erdoğan’ı cumhurbaşkanı yapan da yerleşik devlettir. Bu siyasal mücadelede Ak Parti ve onun dayandığı muhafazakâr ideoloji kaybetmiştir. Siyasal İslamcılık kaybetmiştir. Tarikat ve cemaatler kaybetmiştir. Demokrasi de kaybedenler arasındadır. Sadece hukuk devleti kaybetmemiştir! Çünkü zaten yoktu!