Davulu beklerken…
Refik Halit Karay Osmanlı ve davulu kuruluş ve yıkılışla ilişkilendirir. ‘Davulla kurulup davulla yıkılmıştır Osmanlı’ onun yorumuna göre. Pek çok tarihi anlatı, sembol ve bilgiye bağlı kalınarak geliştirilen bu yorumun düşünmeye imkan veren uçları var. Fakat vaktiyle hayatımıza bu denli sokulmuş bir saza zamanla nesne muamelesi yapmak da bizim tuhaf marifetlerimiz arasında sayılır. İnsan kalbini en doğal şekilde temsil eden bu saz (alet değil sazdır o) gerilmiş iki deri arasında ayın iki yüzü gibidir. Dileyen onu görkemli güneşe, nazlı dünyaya benzetilebilir fakat sonuçta insanın katışıksız ses hali deriden kalp atışına evrilir. Bir davul en çok bir vücut olduğunda davulu çalan kişi o vücudun kendisine dönüştüğünde gümbürder. İnce çubukla bir gül kökünün zarif kudretine bürünen tokmak varlık adına meydana çıkar. Meydana çıkma sazıdır davul. Sesi açığa çıkarır ve açığa çağırır muhatabını. Hele yoldaşı zurna ile bir olduğunda bütün arkaik zamanlar bir anda birleşiverir. Bir davulla zurnanın inletemeyeceği vadi gideremeyeceği yalnızlık yoktur.
Yuvarlak bir kasnağın etrafına çekilmiş deri bir tasavvurdur sonuçta. ‘Çalsın davullar’ nidasını kuran kişi onunla bir zaman başlattığının da farkındadır. Çocuk davulundan hükümdar davuluna, düğün davulundan gelin davuluna değin nice isimden nice şekle bürünmesi hatırda tutulduğunda o artık şehirden çoktan kovulduğu gibi kırda, köyde, kasabada da yoktur. Folklorik, senfonik gereklilikler dışında hayata sokulabildiği söylenemez. Oysa bir vakitler sadece taşrada yaşayanlar kadar payitahtta ömür sürenler için de ayrıcalıklı bir sazdı o. Malik Aksel, İstanbul’un Ortası kitabında şehirli davulculardan ve onların itibarlarından detaylıca söz açar. Sesin henüz insan kulağı bakışınsa göz hizasında tutularak varlıklarası eşitliğin idealize edildiği zamanlarda davul hayatın ortasında dururdu. Ne zaman ki göz ve kulak insan için hiza olmaktan çıktı nesne heybet kazandı davulda güçten düştü. Davul herkesin ortasına inmiş dünya demekti.
Hele şimdiki çocukların uykusunun bir davulla bölünme zevki artık kayboldu. Benim çocukluğumun unutulmaz hatıralarının başında gelir davul sesi. Çocuk bedeninin mucizevi kimyalarla zevkle uyuşup uykunun ülkesine seyahate çıktığı zamanlarda bir gerçeklik efekti gibi devreye girer davul. Gecenin perdesini aralar. Ramazan ayının şimdiki gibi kış vaktine denk geldiği vakitlerde çok uzaktan bir ses uykuyu tatlı tatlı sökmeye başlar bir yaklaşıp bir uzaklaşan nidasıyla masalsı bir havaya bürünürdü. Sanki sevdiklerimiz dünyanın son gününde bizden ayrılıyormuş gibi olurlar kalplerinde yıllarca sakladıkları sırrı açmaya koyulurlardı. Kendimce yaralı bir lezzet alır o sesin sokağımıza kadar girmesini, evimizin önünden geçerken dünyada olduğumuz ve birbirimizden ayrılmadığını söylemesini isterdim. Usta bir elde bir dağın eteklene eteklene yassılıp düzleşmesini ve sonra da üzerinden nice duygu ve hasrete geçit olmasına benzetirdim onu.
Ve çocukluk gibi çoktan geride kaldı o ses. Bazen arada bir gecenin bir yarısı zihnimin oyunbazlığıyla yaklaşır gibi olduğunu hissediyorum onun fakat gerçeğin ipine boynumu kaptırmamak için hemen kovuyorum. Davul sesindeki, ahşap, taş, toprak ile bezenmiş mekan düşünün şimdiki şehirlerin beton ve demir çatısında barınamayacağını biliyorum. Mesela camdan surlarla çevrilmiş gökdelenlere, rezidanslara insan hizasından salınan davul sesinin sirayet etmesi mümkün olabilir mi? Kalp vuruşunun onlarca kez büyütülmüş vuruşu saydığımız davul gümbürtüsü ‘yukarılardaki’ kalplere dokunabilir mi? Tek insanın aradan çekilip de kalabalığın edilgen sönüklüğünde davulun sesi denk vurulabilir mi?
Davulu bilmenin ve onu beklemenin bir nostalji değil bir düş bile olamayacağının farkındayım. Sesinin bazılarına abes çağrışımlar yapıp da olumsuz tepkilerle karşılanması tahlile muhtaç. Eğer sözümün karşılığının olacağını bilseydim şehir yöneticilerine Ramazan boyunca her gün bir semtte yüz davulla kurulmuş bir sesten gökkuşağı sunmanın yollarını arardım. En azından yüz davulluk şehrayinle bir kez olsun çocukların tatlı uykusunu gece saat üç sularında böler gelecekte unutmayacakları bir armağan verirdim.














