Halkın desteği ve ‘şeffaflık’ olmadan çözüm olmaz
Önceki çözüm süreçleriyle bugünkü arasında ciddi farklılıklar var. En başta bugünkü sürecin mimarı ve sürdürücüsü MHP önceki girişimlerde itirazcı ve hatta engelleyici rollerdeydi. Bu partinin şimdi “çözüm” cephesinde olması işin başarılı olması yolunda önemli bir avantaj. Zaten muhalefet partilerinden de girişimle ilgili güçlü bir destek var. İYİ Parti, Zafer, Anahtar gibi milliyetçi tandanslı partilerin karşı çıkışlarını ise MHP’nin varlığı zayıflatıyor.
Diğer yandan, uluslararası ve bölgesel konjonktür bugün PKK’nın varlığını sürdürmesini kolaylaştırmaktan ziyade zorlaştıracak bir durumda. Çok uzun zamandır Türkiye içinde faaliyet sürdüremez hale gelmiş olan örgüt, özellikle Rusya’nın ve İran’ın da Suriye’den çekilmiş olduğu bir ortamda tabiri caizse köşeye sıkıştı.
İkincisi, Bahçeli bu defa daha önce hiçbir hükümetin vaat etmeye cesaret edemediği ve edemeyeceği bir teklif sundu karşı tarafa: 26 yıldır İmralı’da yatan örgüt elebaşı Öcalan’ın serbest bırakılmasını. Bu vaat hem örgüt tabanını ikna etmek hem de bizzat Öcalan’ın projeye sıkı sıkıya sarılmasını sağlamak için paha biçilmez değerde bir enstrüman.
Ayrıca yine daha önceki seferlerde gündeme getirilmesi akla bile gelmeyen “anayasal düzenleme” vaadi de örgütün reddedemeyeceği bir havuç.
Dolayısıyla bütün bu şartlar altında PKK’nın sürecin işleyişine karşı direnmesi pek de düşünülebilecek bir ihtimal olmasa gerek. Ancak buna rağmen bugünkü süreçte örgütün yine “naz yapan” taraf olmasının sebebi ne?
Fesih açıklamasındaki Lozan ve soykırım “bomba”larından Tunceli’de terör örgütü mensupları için düzenlenen anma törenine kadar “toplumun sinir uçlarını dokunabilecek” çıkışlar yapmaktan geri durmayışlarının sebebi ne?
Bunun birkaç ayrı sebebi var gibi görünüyor: İlki siyasi sahnede neredeyse bütün aktörlerin itirazsız destek verdiği bir süreçten geri dönüşün mümkün olmayacağı düşünülerek “vermekten çok almaya” yönelik bir yaklaşımın benimsenmesi. İkincisi, bu sürecin sonuçsuz kalması durumunda örgüt üst yönetiminin bundan zaten üzüntü duymayacak oluşları. Üçüncüsü, iktidar ortakları arasında yakın zamana kadar üstü örtülü bir anlaşmazlığa konu olan girişim için sürdürülen siyasi baskının ilgili kurumlar üzerinde “Ne olursa olsun, biz engel oluyormuş gibi görünmeyelim” yaklaşımına yol açması. Nitekim fesih açıklamasının devlet kurumlarının bilgisi dahilinde Öcalan tarafından son haline getirilip onaylandığı anlaşılıyor. (Devletin bilgisi dışında örgütün İmralı’dan onay almış olması ihtimali daha büyük bir skandal olur zaten!) Tunceli’de teröristler için düzenlenen anma törenine izin vermeyen valinin görevden alınması ise yeterince net bir fotoğraf.
Siz terör örgütü olsanız devletle masaya oturup pazarlık yaparken karşınızda duran bu fotoğraf size ne söyler?
Devleti yönetenlerin bu soruya cevap vermesi gerekir.
Diğer yandan, muhalefet partilerinin ezici çoğunluğunun bu girişime destek veriyor oluşu bu partilerin tabanlarını da bağlamak zorunda değil. Geçen seferki “Habur” görüntülerinin kamuoyunu nasıl etkilediğini akıldan çıkararak bu defa başarılı olunacağını düşünmek “Sürekli aynı şeyi yaparak her defasında farklı sonuçlar beklemek” olur.
Demek ki böyle bir işi yapmak için öncelikle halkın doğrudan desteğini alabilmek lazım. Bunun için ise şeffaflık lazım. Ne var ki ilk günlerde yapılan “Karşı tarafın hiçbir şartı yok” açıklamalarından “Sorunu çözmek için anayasayı değiştirmeliyiz” noktasına gelinmiş olması şeffaflık konusunda olumlu bir işaret sayılmaz. Böyle bir konuda bir anayasa değişikliğinin “Ben yaptım oldu” diyerek yapılacak bir iş olmadığı ortada. Bu anayasa değişikliği aracılığıyla önümüzdeki seçim sonuçlarının garanti altına alınması beklentisi de ters tepebilir. Çünkü hem bu değişikliğin kapsamı hem de bunun siyasi çıkar amacıyla gündeme getirildiği algısı ve değişiklik paketinin içine nelerin konulacağı sonuçta belirleyici olacaktır. Seçim sandığına ilişkin hesapların tutmaması ihtimalinin güçlendiği görülürse bir çok siyasi dengenin de değişmesi mümkün olacaktır.
İşte tam da buradan bakıldığında görünen ise iktidarın ortakları arasında ayrışmaya bile yol açabilecek bir siyasi riskin masa üstünde durduğudur. İyi niyetle, şeffaf bir biçimde ve milletin rızası temin edilerek yapılması gereken bir işin kapalı kapılar arkasında gündelik siyasi mülahazalarla kotarılmak istenmesi en başta herkesin genel arzusu olan toplumsal barışa zarar verir.














