Türkleştirilmeden Türkleşmek

Geçen yazıyı “Roma, Bizans, Emevi ve Abbasi İmparatorluklarının asimile edemediği Anadolu ve Trakya’yı Türkler nasıl asimile etti?” sorusuyla bitirmiştik.

Bu yazıda “Türklerin asimilasyon konusunda mucizevi yöntemleri vardı” gibi cevap bekleyenler hayal kırıklığına uğrayacaktır.

Cihan İmparatorlukları kurabilen Türkler, asimilasyon yeteneği geliştirme konusunda aynı başarıyı gösterememişlerdir.

Türk Boyları bırakın diğer milletleri asimile etmeyi, Türk Boyları dahil hiç kimsenin gelip bünyelerine karışmasını tercih etmezlerdi; Orta Asya Türk Devletleri bugün bile “etnik saflığı korumak” adına aynı yaklaşımı benimsemeye devam ediyorlar.

Kendilerine tebliğ edilen Budizmi, Hristiyanlığı, Museviliği ve İslamı benimseyebilen Türkler, bu dinleri başka milletlere, sistematik bir şekilde ve zorla dayatmamışlardır.

Tarihi, sosyolojik, konjonktürel veya başka nedenlerle fakat Türklerin tebliğiyle Müslümanlaşmış Balkan Halkları, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Torbeşler, Grekler ve Romanlar Balkanlarda yaşadıkları sürece Türkleştirilmemiş, kendi dillerini ve adetlerini sürdürmüşlerdir.

Keza Türk Soylu olmayan Müslüman Kafkas Halklarının Türkleşmesi de yeni bir olgu sayılır.

Bugün Kürtler, Zazalar ve Araplar hariç geriye kalan en az yirmi Türk Soylu olmayan belli başlı Halk, şüpheye yer bırakmayacak ölçüde Türkleşmiştir.

Türkiye’de yaşayan Kürt, Zaza ve Arapların çoğunluğunun bugün için asimile olup olmadıkları tartışmalıdır; öyle görünüyor ki, bir nesil sonra bu tartışmalar da son bulacaktır. Bu konuyu gelecek yazımızda değerlendireceğiz.

SELÇUKLULARIN İSLAMLAŞTIRMA MEKANİZMALARI

Bir olgu olarak toplumumuzun İslamlaşmaya ve Türkleşmeye evrilme süreçlerini biraz da tarih üzerinden irdeleyelim.

1825 yılında yapılan nüfus sayım sonuçlarını değerlendiren iktisat tarihçisi Prof. Dr. Şevket Pamuk “bugünkü Türkiye sınırlarında yaşayan nüfusun 1825 yılında sekiz milyondan fazla olabileceğini” tahmin etmiş.

Bu nüfusun %70’i müslümanlardan ve %30’u da Gayrimüslimlerden (Hristiyan ve Yahudi) oluşuyormuş.

Acaba bu %70 müslüman oran nasıl oluşmuş?

Malazgirt Zaferinden sonra Anadolu’yu işgal eden Selçuklular, Bizanslıların tükenmekte olan bir medeniyeti temsil ettiğini hızla kavramış ve gereği için başkentlerini 1080 yılında İznik’e taşımışlardı.

Selçuklular, Kudüs, Halep ve Rizenin batısında, tükenen fakat bütün kurumları ve kültürüyle tamamen Helenleşmiş bir imparatorluk ve toplumla karşı karşıyaydılar.

Not: Helen, Yunan ve Grek kelimelerini eş anlamlı kullanıyorum.

1825’te nüfusun %70’ini oluşturan müslümanların etnik dağılımını bilemiyoruz çünkü Osmanlı Devleti, gayrimüslim milletleri en küçük bileşenine kadar ayrı ayrı tanımlarken, bütün müslümanları tek millet olarak görüyor ve tanımlıyordu.

Biz yine de sorumuzu soralım: Acaba 1080 yılından 1825 yılına kadar geçen 750 yıllık sürede oluşmuş olan %70 müslüman çoğunluk hangi bileşenlerden oluşuyordu?

Cevap: Kesin olarak bilmiyoruz.

Fakat zihin egzersizleri ve düşünce deneyleri yapmamızın önünde bir engel yok.

(Not: Buradaki rakamlar düşünmeyi kolaylaştırmak için tahmin edilmiştir; dileyen, kendi zihin laboratuvarında bu rakamları istediği şekilde değiştirebilir.)

1) Türkler gelmeden önce, bugünkü Türkiye’nin sınırları içinde yaşayan ve Helenleşmemiş bölgelerinde, yani Halep Rize hattının doğusunda yaşayan Arap, Kürt, Fars ve diğer Müslüman Halkların %18 olabileceğini tahmin edelim.

2) Türk fetihleri sonrasındaki ilk 400 yıldan (dört yüz yıl) sonra, Helenleşmiş ve Hristiyanlaşmış fakat Grek soylu olmayan Anadolu Halklarından bir kısmının, muhtemelen toplam nüfusun %20’sinin İslamlaştıklarını varsayabiliriz.

Not: Dikkat edilirse, Grek soylu olanların Müslümanlaşma ihtimalini düşük görüyorum.

3) Fatih döneminde yani 1480 yılı civarında, Müslümanların %60 çoğunluğa ulaştığına dair tarihçilerin tahminlerini doğru kabul edersek; bugünkü Türkiye’ye gelmiş olan yönetici, tüccar, savaşçı ve göçebe Türklerin sayısının toplam nüfusun %22’si civarında olabileceğini tahmin edebiliriz.

(%60’ın dağılımı = %18 eski müslümanlar + %20 Müslümanlaşanlar +%22 Müslüman Türkler )

4) Fatih’ten sonraki 350 yılda, Bugünkü Türkiye sınırlarındaki nüfusun en çok %10’unun daha Müslümanlaştığı anlaşılıyor.

(Lütfen dikkat edelim, İslamlaşma ne kadar ağır ilerliyor. Bu dönemde İspanya’da, Fransa’da, İtalya’da ve diğer Katolik Avrupa devletlerinde Müslümanlar, Yahudiler, Çingeneler ve Protestanlar soykırım ve diğer tekniklerle etnik temizliğe maruz kaldıklarını aklımızda tutalım.)

5) Tanzimattan sonraki dönemde İslamlaşma ve Türkleşmenin neredeyse tamamen durmasının yüzlerce nedeni olabilir.

Bir Örnek: Timur Kuran, Yollar Ayrılırken adlı eşsiz kitabında, arşiv araştırmalarına dayanarak: “19. yüzyılda gayrimüslimlerin, müslümanlara göre 3 kat ile 10 kat daha fazla zenginleştiğini” söylüyor.

Müslüman komşusundan üç kat ile on kat arası daha fazla zenginleşen ve zenginliği çoklu hukuk sayesinde korunan bir gayrimüslim niçin İslamlaşsın ki?

6) 1825 yılına geldiğimizde nufusun %18’inin Türk Fetihleri öncesi dönemde de Müslüman olan, Arap, Kürt, Fars ve Zaza’lardan, %22’sinin Türklerden %30’unun da Müslümanlaşmış Yerli Halklardan ve %30’unun da Gayrimüslimlerden oluştuğunu sonuç olarak söyleyebiliriz.

SELÇUKLUNUN CAZİBESİ

Selçuklular girdikleri şehirleri yeniden yapılandırırlardı.

Merkezde bir ulu cami, ulu cami etrafında medreseler, şifahaneler, Kadı’lar için mahkeme, yöneticiler için yönetim binaları görevi gören binalar ve çarşılarıyla adeta bir şehirler medeniyeti kurdular.

Şehirleri birbirine bağlayan güçlü bir lojistik hareketi olduğunu da Kervansarayların hacim ve sayısından anlayabiliyoruz.

Selçuklular kırsal kesimi de boş bırakmadılar.

Belirli sayıda köyün tam ortasına bir kadı tayin ediyorlardı.

(Bizim bugün ilçe dediğimiz yerlere eskiden “kaza” denirdi yani Kadı’nın görev yaptığı yer. Kadı= Kazi).

Kadı gittiği bölgeye güvenlik, ortak dil, sözleşme hukuku, mahkeme ve adalet götürürdü.

Kadı’lar aynı zamanda vatandaşlarla yani vergi mükellefleriyle devlet arasındaki bağlantıyı oluşturuyordu.

“Osmanlı Tımar Sistemi”nin ilk örnekleri de Selçukluların “İkta Sistemi”nin adeta bir kopyasıdır.

Vergiler, ödevler ve görevler de Kadı’ların gözetiminde ifa edilirdi.

Bütün bu üstün medeniyet örneklerine rağmen İslamlaşmanın boyutları sınırlı kalmıştır.

Sınırlı kalmıştır çünkü Anadoludaki Helenleşmiş ve Hristiyanlaşmış halk sıradan bir taşra halkı değildi.

Helenler, (Grekler veya Yunanlılar ) daha önce Bizans (Doğu Roma) İmparatorluğunu, Hristiyanlığı ve Yahudiliği asimile etmiş ve Müslüman Araplara karşı da kültürel açıdan direnebilmiş bir halktı.

Böyle katmanlı niteliklere sahip olan Helenlerin bir kısmının, günün dünyasının en seçkin Müslüman topluluğuna katılmaları için yüzyılların geçmesi gerekmiştir.

Anadolu'ya göç eden Türkler içinde tarımda uzmanlaşmış Türk Boyları Karluklar’dan (Özbek ve Uygur gibi) Anadoluya büyük göçler olduğuna dair elimizde bilgi yok.

Buna rağmen 14. yüzyıla girildiğinde Anadoluda İslamlaşmış binlerce köyün olması Selçukluların kısmen de olsa İslamlaştırma çalışmalarında başarılı olduklarını gösteriyor.

OSMANLI’NIN ASİMİLASYON POLİTİKALARI

Osmanlıların yerleşik tebayı İslamlaştırmak ve Türkleştirmek gibi bir politikaları olduğuna dair elimizde güvenilir delil ve bilgiler yoktur.

Eğer Osmanlıların bir asimilasyon politikası varsa bu, gelecek dönemlerde devletin emanet edileceği bürokratları yetiştirmek üzere “Enderun’a alınan Hristiyan çocukların” ve “Kafkasya, Rusya ve Akdenizden getirilen savaş kölelerin Devşirilmesi” hakkında olabilir.

“İstisnai ve özel bir amaca matuf devşirme kurumu”nu asimilasyon ve ihtida konularının dışında değerlendirmek daha isabetli olabilir.

Soru: Osmanlı Devleti isteseydi bu gayrimüslim tebayı İslamlaştırıp Türkleştiremez miydi?

İsteseydi, başarılı olur muydu bilmiyoruz fakat istemediğine dair elimizde çok güçlü bulgular var; bulgu: Millet Sistemi.

İslam Milleti, Ortodoks Milleti, Musevi Milleti ve Ermeni Milleti gibi.

İslam Milleti, Milleti Hakimeydi ve devletin bütün kurumları onlara açıktı; elbette, devletin bütün ödev ve görevleri de.

Gayrimüslim Milletler de belirli ölçülerde özerklik, serbestlik ve genel haklara sahiptiler: Kendi dini kurumlarına sahip olma hakkı, kendi dillerinde ve dinlerine uygun eğitim hakkı, kendi mahkemelerinde yargılanma hakkı, cemaat içinde vergi toplama hakkı vs. gibi.

Osmanlı için Gayrimüslim teba sadece çok iyi bir “vergi tabanı” değil, aynı zamanda sosyal dokunun ve iktisadi hayatın da çok iyi bir sosyal dengeleyicisi görevini görüyordu.

Öyle görünüyor ki, İslamlaşma büyük ölçüde Osmanlılar döneminde değil, Selçuklular döneminde gerçekleşmiş.

Din birliği ve soy birliğinin güçlü bir devlet ve toplum için yeterli olmadığı kesin fakat makul ve mümkün bir gelecek tasavvuru için insanların kendilerini aynı tarihsel hikâyenin içinde hissedebilmesi her zaman değerli olmuştur.

YORUMLAR (63)
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.
63 Yorum