Adaletin İslâmî felsefesine bir örnek
Görebildiğim kadarıyla klasik Müslüman ulema arasında hem Kur’an ve hadislerden hem de zamanının ilmî ve felsefî birikiminden yararlanarak ‘adalet’i en iyi anlatanlardan biri, belki de birincisi Râgıb el-Isfahânî olmuştur. O, ahlak ve insana dair kitaplarının yanında, Kur’an tefsiri, Kur’an terimleri sözlüğü ve edebiyat alanlarında da eserler yazmıştır. Isfahânî’nin, m. 11. yüzyılın ilk çeyreğinde vefat ettiği bilgisi doğruysa, İslam filozofları dışında, sistematik ahlak kitabı yazan ilk din âlimi olduğu söylenebilir.
Aşağıda Isfahânî’nin ez-Zerîʿa ilâ Mekârimi’ş-Şerîʿa (Erdemlere giden yol) adlı kitabından (Kahire 1985, s. 350-358) adalet konusunda bazı pasajlar sunacağım.
Sunduğum bilgiler, siyasal ve ideolojik sebeplerle adaletin ayaklar altına alındığı bugünlerde kültürümüzden kopuşumuzu kanıtlayan örneklerden sadece biridir.
HHH
“Adalet, eşitliği de içeren bir kavramdır... Adalet kelimesi, öncelikle insanın (ruhsal) potansiyeli itibariyle ondaki doğuştan gelen bir eşitlik isteğini içerir. Eylem bağlamında düşünüldüğünde ise, ‘başkalarına eşit bir şekilde âdil davranmak’ anlamına gelir. Adalet Allah’ın niteliği olarak kullanıldığında… O’nun fiillerinin tam düzenli/âdil (yerli yerince) oluşunu anlatır.”
Şu halde Isfahânî’ye göre: 1. Hangi konu ve alanla ilgili olursa olsun, tam adaletli bir eylem ve uygulama, eşitlik ilkesine uygun olandır. 2. Adalet (eylem olarak) başkalarına âdil davranmakla ilgilidir. 3. Birinin âdil diye nitelenmesi için dış eylem yeterli değildir; âdil bir karaktere sahip olması da gerekir. 4. Adalet kavramı kişinin hem kendisine hem başkalarına karşı âdil olmasını kapsar. 5. Bu iki adalet düzeyi birbirinin tamamlayıcısıdır. Kişinin kendine yönelik adaleti onu topluma karşı da adalete yöneltmelidir. 6. İlke olarak her iyi eylem ruhu arıtır, her kötü eylem ruhu kirletir.
Râgıb el-Isfahânî, Kur’an ve hadisten deliller de göstererek “Adalet, Allah’ın her türlü yanlışlık ve çarpıklığı düzelten terazisidir” der. Allah’ın kozmik düzende kurduğu dengenin ilgili ayetlerde “adalet terazisi” sembolüyle ifade edildiğini (Şûrâ 42/17; Rahmân 55/7-8) hatırlatır.
“Zalim bir yönetici bile başkasının adaletli davrandığını gördüğü veya duyduğu vakit bu ona mutluluk verir… Adalet ve eşitlik/denge (müsâvât) ilkelerinin ‘güzel’ oluşundan dolayı âlemde düzensiz olan her bileşik şey insan ruhuna bir tür elem verir; çarpık ve düzensiz yapılar sevilmez, insanı huzursuz eder… (Sonsuz sayıda yanlışların içinde bir tek doğru ve âdil iş olduğu için) Hz. Peygamber, ‘Yaptığınızı doğru düzgün yapınız; hesap kitap yapmayı elden bırakmayınız’ buyurmuştur.”
Isfahânî, modern hukuk anlayışına uygun olarak şöyle bir adalet tasnifi de yapmıştır:
“(1) Mutlak (doğal/ontolojik) adalet. Akıl bunun iyi olduğunu zorunlu olarak bilir. Mutlak adaletin âdillik niteliği hiçbir zaman değişmez, ortadan kalkmaz, hiçbir durumda zulüm olarak nitelenmez, zulme dönüşmez. ‘Sana iyilik edene iyilikle karşılık vermen, sana kötülük etmeyen birine senin de kötülük etmemen’ bu kısma girer.
(2) Mukayyed (pozitif/şartlı) adalet. Bu alana giren eylemlerin âdil olduğu yasa (şerʿ) ile bilinir. Bunlar bazı durumlarda ve zamanlarda yürürlükten kaldırılabilir (Yumkinu en yekûne mensûhan fî baʿdı’l-ahvâli ve’l-ezmine). Bir kötülüğe misliyle verilecek ceza böyledir: kısas uygulamaları, diyet ödemeleri ve mürted (dinden çıkan) birinin malına el konulması gibi. Bu gibi cezalar bazı durumlarda mecaz olarak zulüm diye de nitelenebilir (Ve hâze’n-nahvi yasıhhu en yûsafe ale’l-mecâzi fî baʿdı’l-ahvâli bi’l-cevr).”
Son olarak Râgıb el-Isfahânî’nin şu yüksek ahlâkî ve sosyolojik fikirlerini de sunalım:
“Bir zalim, bizzat kendisine zulmetmeden başka birine zulmedemez. Çünkü o, ilk başta başkasına kötülük etmeyi kafasında kurduğu anda kendine kötülük etmiştir. Öyleyse zalim, her zaman zulmüne, kendisine zulmetmekle başlar. İnsanlara karşı adaletli olan biri de böyle adaletli bir iş yapmayı düşünüp bunun yolunu araştırmaya başladığında, başkalarına karşı adaletli bir iş yapmadan önce kendine karşı âdil olmuştur.”
“Bazı insanlar tembellik yaparlar, çalışıp kazanmazlar; kendileri toplumdan muhtelif menfaatler elde ederken, karşılığında topluma bir yarar sunmazlar. Bu şekilde… adalet üzere birbirlerine faydalı olmaktan çıkanlar insanlıktan da çıkmış olurlar.”














