Bostancı'da vukuât var!

“Biz Suâdiyeliler için az ilerimizdeki Bostancı '69 ile '76 arasında bir vukuât mahalli sayılırdı, tamam, yazlık ve kışlık sinemalar, Kasaplar Çarşısı, tavernalar, plajlar ve mendirek vardı, yazları da hayli şenlikli bir sayfiyeydi, ancak oradaki karakolun boş kaldığı görülmüş şey değildi.”

Geçenlerde bir rüyâya uyanıp, kendimi ‘69 ile ‘76 arasının Şaşkınbakkal semtinde buldum. Şaşkınbakkal ismi hakkında o kadar fazla uydurma var ki, onların Refik Halid üstâdımıza rağmen kalemden kaleme aktarılması beni artık kızdırıyor. Efendim, o sallamalardan birinde de “Şaşkın Bakkal” denen adam rahmetli Ahmet Koşar yapılmıştır, yahu Ahmet Koşar ‘14 doğumluydu, örneğin sadece Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki 27.C.1328 T., 3 D., 50 G. ve DH.EUM.VTK kodlu belgeye bakarsanız dahi, mahallin Ahmet Koşar doğmadan evvel de Şaşkınbakkal olarak kayıtlara girdiğini görürsünüz.

Okurlarım semtin isim babasının Mihran Nakkaşyan olduğunu birkaç defa yazdığımı elbette anımsayacaklardır, ağaçlıklı Bolbedros mahallinde faytonuyla dolaşırken, oradaki bakkala “İşler yolunda mı şaşkın bakkal!” diye seslenip takılan Mihran Efendi’dir, adamı Refik Halid üstâdımız tanıdığını yazmıştı, dükkânı da Atlantik Sineması’nın veya Koşar Çarşısı’nın dikildiği yerdeymiş. Atlantik Sineması’nın hemen arkasındaysa, yani şimdiki Kâzım Özalp Sokağı’nın sağ tarafındaki 13 kapı numaralı apartmanın olduğu yerde, hayal meyal Şaşkınyan Efendi’ye ait bir harabe anımsıyorum, belki de “Şaşkın Bakkal” bizim Şaşkınyan Efendi’ydi, bilemeyeceğim. Ancak, Ahmet Koşar’ın “Şaşkın Bakkal” olmadığından kesinlikle eminim, çünkü 11 Mart 1969 günü vefât eden Ahmet Koşar’ın asıl işi gemi işletmeciliğiydi, karısının ismi Emine, oğlunun ismiyse İlhan olarak aklımda kalmış, bize yakın Çolak İsmail Sokak’ta otururlardı.

Atlantik Sineması 14 Kasım 1966 günü açılmıştı, Suâdiye’ye taşındığımızda ilk gittiğim sinemadır, altında ters “L” harfi şeklinde yer alan Koşar Çarşısı’ndaki Dede Şarküteri, Nis Pastahânesi, Atlantik Foto ve Yedikardeşler Lokantası çok kişinin aklındadır. Üstte bir de “Çatı” vardı, mavi sarılı Taç Spor’un futbol sahasından ağabeyim Alpay orada sahne alırdı. Ahmet Koşar sinemasına gemi alımı için Danimarka’ya gittiğinde kaldığı otelin ismini vermiş, Küçükyalı’daki 63 ve Kızıltoprak’taki Kent gibi Şaşkınbakkal’daki Atlantik de çok güzel bir sinemaydı. Atlantik’in film aralarıysa ayrı bir şenlikti, ışıklar yanınca bütün çocukların kafaları arkaya çevrilir ve nefes dahi almadan birkaç saniye sonra salona boynuna asılı tahta kutusunun üstünden “Buzzzzz gibi Alaska frigooooo!” bağırışıyla dalacak olan “Alaska” satıcısı beklenirdi. Frigo, altın sarısı ve gece mavisi renklerindeki aluminyum folyoyla ambalajlanmış çikolatalı dondurmaydı, erimeden otuz beş dakika dayanabiliyordu, aslında “Alaska” üretici firmanın ismiydi, aynı firmanın frigodan başka bir de koko çeşidi vardı.

Bugün bazı muharrirlerin frigo dondurmanın mucidi olarak Coşkun Ateş ismini vermesi de uydurmadır. Coşkun Ateş’in frigo satmaya ‘44’te başladığını biliyoruz, oysa 29 Haziran 1932 günlü Akşam gazetesindeki bir haberde frigo dondurmanın İstanbul’un kenar mahallelerinde dahi satıldığı yazıyor, aynı haberde frigo denen lezzet de “alafranga dondurma” olarak tanımlanıyor, alafrangadan kasıtsa makinede yapılmasıdır. Coşkun Ateş at yarışlarında sattığı frigo dondurmayı Rumlardan alırmış, başta paketlemede onlara yardım etmiş, sonra işin püf noktalarını öğrenmiş ve evinin bir odasını frigo işini ayırmış. İlk imâlâthânesini Dolapdere’de açıyor, mamûlâtını önce seksen beş lira rüşvet mukabilinde Mithat Paşa Stadyumu’na sokmuş, peşinden de Taksim ve Yıldız sinemalarının büfelerinde satmış. 6-7 Eylül belki de en fazla Coşkun Ateş’in işine yaramıştır, çünkü Rumlar gidince piyasada rakipsiz kaldığı muhakkaktır, bu yüzden Sefaköy’e geçtiğinde, ‘76’dır, artık bir fabrikatördü.

Neyse, sinemadan çıkıp, mahalleme döneyim: Şaşkınbakkal ile Suâdiye arasındaki Feride Geçidi’nden Emin Ali Paşa Caddesi’ne çıkmak bana hep daha kısa gelmiştir, geçidin ismi için sıkılan palavralaraysa inanın sayfalar yetmez. Suâdiye Camii Sokak’tan ve Çolak İsmail Sokak’tan arkadaşlarımızın dillerindekiyse çoban kızı Feride’ydi, gûyâ koyunlarını otlatırken trenin altında kalıvermiş. Elbette Feride isminde bir çoban kız yoktu, ama Suâdiye’den Orhan Göncüoğlu büyüğümüzün Hacettepe Tıp Fakültesi’nde okuyan kızının ismi Feride’ydi. Orhan ağabeyimiz ‘68’de Bayındırlık Bakanlığı’nda müsteşardı, 20 Haziran günü hayvan yüklü bir kamyonun freni tam Hacettepe Hastahânesi’nin önündeki yokuşta patlayınca, on kişiye çarpar, onlardan biri de tıp öğrencisi Feride’dir, kaza haberi üzerine Göncüoğlu ailesinin yakınlarından Başbakan Süleyman Demirel ve Nazmiye Demirel hemen hastahâneye gelirlerse de, ameliyata alınan Feride’nin kurtarılamadığı haberiyle yıkılırlar. Yirmi yaşındaki Feride bir daha Suâdiye’ye dönemeyecektir ama mahallesinin muhtarı Hilmi Öztan yaptırdığı alt geçide onun ismini vererek anısını yaşatmıştır.

Biz Suâdiyeliler için az ilerimizdeki Bostancı ‘69 ile ‘76 arasında bir vukuât mahalli sayılırdı, tamam, yazlık ve kışlık sinemalar, Kasaplar Çarşısı, tavernalar, plajlar ve mendirek vardı, yazları da hayli şenlikli bir sayfiyeydi, ancak oradaki karakolun boş kaldığı görülmüş şey değildi. Benim gençliğimdeki en büyük hâdise ‘76 sonbaharında Amerikan Kız Koleji’nin 3-A öğrencilerinden Lâle Atlıoğlu’nun Kasadar Sokak’ta öldürülmesiydi. Feryal Turantekin ismindeki arkadaşının doğum günü partisi için Derya Gazinosu’na gelen Lâle Atlıoğlu, gazinodan erkek arkadaşı Ümit Okerman’ın “34 HF 750” plakalı otomobiline binerek ayrılmıştır. Bostancı’da kızana gelenlerin ıssız Kasadar Sokak’a uğraması ‘60’lı ve ‘70’li yılların bir alışkanlığıydı, bu yüzden orası Kasadar Sokak olarak değil de “Âşıklar Yolu” olarak biliniyordu. Ümit Okerman da kız arkadaşını evine bırakmadan önce beş on dakikalığına Kasadar Sokak’a sapar. Ancak gece karanlığında göremedikleri bir kişi onlara tabancasıyla ateş açarak Lâle’yi öldürecek, Ümit’i de yaralayacaktır. Katilin birkaç dakika evvel de sokaktaki bir diğer otomobilde Müge Kaynak ismindeki kız arkadaşıyla oturan Ali Rıza Taşar’ı vurduğu söylenmişti.

Hâdiseden sonra ailesi Ümit Okerman’ı İtalya’ya gönderir, orada Manuella Trintini isminde biriyle nişanlanır. Bu yüzden Ümit’in ismi ‘82’ye kadar Bağdat Caddesi’nde pek duyulmaz. Ama, Atlıoğlu ailesi peş peşe büyük acılar yaşayacaktır, ‘78’de yakın akrabalarından Bülbün Karakoyun bir trafik kazasının kurbanı olur, ‘81’de Lâle’nin pederi Kemal Atlıoğlu vefât eder, ‘86’da ise Lâle’nin ağabeyi Ömer’in uyuşturucu mübtelâsı karısı Daniella gelmeze gider. Ümit’in yeniden ortaya çıkışı Hakan Bahadır’ın Fenerbahçe’deki Belvü Çay Bahçesi’nin yakınlarına park etmiş durumdaki “34 R 4025” plakalı otomobilinin içinde yarı baygın bulunmasıyladır. Oğlanın sözlüsü Ayşe Erataç onu uyuşturucu tedavisi gördüğü Yedikule Ermeni Hastahânesi’ne yetiştirmeye çalışırken, maalesef Hakan Bahadır yolda son nefesini verir. Adli Tıp’taki otopside Hakan Bahadır’ın ölümüne enjekte yoluyla aldığı aşırı dozdaki eroinin neden olduğu anlaşılmıştır. Müteveffâya eroini de vaktiyle “Âşıklar Yolu” hâdisesiyle Bağdat Caddesi’nde isim yapmış olan Ümit Okerman verdiği iddia edilir. Adliyede işim olduğunda, müteveffâ şöhretli bir bankerin üvey oğlu olduğundan dolayı merâk ediyordum, Kadıköyü 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın birkaç celsesini izlemiştim, Ümit Okerman’ın ‘85’te müebbed hapse mahkûm olduğunu anımsıyorum.

Lâle Berkman’ın öldürülmesinden üç yıl kadar evvel de Hızır İlyas Aktolgalı ismindeki akli dengesi bozuk bir avukatın işlediği cinâyet Bostancı’da büyük infiâl yaratmıştı. Türkiye Birlik Partisi’nin kafa isimlerinden biri olduğu söylenen Hızır İlyas Aktolgalı, Ziraat Bankası’ndan emekli altmış beş yaşındaki karısı Fatma Semiha Aktolgalı’yı öldürdükten sonra, kadıncağızın cesedini sekiz parçaya ayırarak ocakta kaynatmış ve ceset parçalarını küçük bir sandığın içine yerleştirmişti. Hava iyice kararınca da Kadıköyü İskelesi’nin önünden “34 DF 306” plakalı taksiyi tutmuş ve onunla İskele Yolu’nun yolunun başına kadar gelmişti. Kucağında sandıkla Bostancı Karakolu’nun önünden geçip, en fazla kırk metre kadar ilerideki sandalcı Atıf Danışkan’ı bulmuştu. Sandalcıyla kendisini adaya götürmesi için pazarlık yaparken, bağıra çağıra konuşan Hızır İlyas Aktolgalı’dan şüphelenen az gerideki toplum polisleri Faruk Girişmen ve Mahmut Aslanoğlu, ona sandıkta ne taşıdığını sorunca, sandığa kurtulmak istediği yasaklı sol kitaplar koyduğunu ve denize atacağını söylemiş. Akıl tutulması diye işte buna denir, ‘73’te insan hiç yasaklı sol yayın ifâdesini diline alır mı, tabii ki sandık hemen karakola götürülmüştür.

‘73 ve ‘76 hâdiselerinden evvel ise ‘52’deki Sait Duman cinâyetini eskilerin sık sık konuştuğunu biliyorum. Bazıları Ali Bozkurt’un hasmı Sait Duman’ı İskele Yolu üzerindeki salaş meyhânede tabancayla, bazılarıysa bıçakla öldürdüğünü söylerdi, gazetelere de baktım, 19 Nisan 1952 günlü nüshalarda tabanca, 1 Ekim 1952 günlü nüshalardaysa bıçak deniyor, hangisi doğrudur, bir türlü bulamadım.

Daha yakınlardansa, Güneş Ersoy ve Aslı Kaya hâdiseleri aklımda kalmış: ‘90’da polisler Bostancı sâhilinde üzerinde sadece don ve sutyen bulunan bir kadın cesedi bulmuşlardı. Başı sert bir cisimle ezilen elli yaşlarındaki kadın Yeşiller Partisi’nden Güneş Ersoy’du. Cinâyeti merhûmenin on sekiz yaşındaki küçük oğlu “Bağdat Caddesi, No. 249/2” adresindeki konutlarında bijon anahtarıyla işlemiş ve annesinin cesedini bir arkadaşının yardımıyla sâhile taşıyıp atmıştı. Hangi akla hizmet annesini donuyla ve sutyeniyle bırakmıştır, işte onu bilemiyorum. Yirmi dört yaşındaki Aslı Kaya ise, 2010 yılında, “Vükela Caddesi, Banu Apartmanı, No. 24” adresinde boğularak öldürülmüştür. Kocasından boşandıktan sonra dört yaşındaki kızıyla birlikte apartman kapıcılığı yapan babasının yanına taşınan Aslı’nın katili sevgilisi garson Erol çıkmış, oğlan da birkaç saat sonra Bayrampaşa’da yakalanmıştı.

‘80 öncesindeki dört yıl içinde İstanbul’un bütün mahalleleri sağcılar veya solcular tarafından kurtarıldığından, evet, kurtarılmış bölge diye garâbet bir propaganda vardı, örneğin Erenköyü ile Küçükyalı arası solcularındı, Derya Gazinosu’nda, Turgay’ın Tavernası’nda, Saksonyalılar’da, Güp Güp’te ve Grand Kupa’da it kopuk takımı artık eskisi gibi tozutamıyordı, çünkü adam dövmek veya adam öldürmek dahi politikleşmişti. Vaktiyle bir polis bana Asayiş Şube’nin en rahat devrini ‘76 ile ‘80 arasında kurtarılmış bölgelerde yaşadığını söylemişti, ne kadar doğrudur, bilemiyorum, bunu emekli emniyetçilerimizden Orhan Gazi Canbulat dostuma da sormam gerekiyor, ancak 12 Eylül sağın da solun da üstünden geçince, Bostancı’nın birkaç yıl içinde varoşların kültürel işgaline uğradığı, Kasaplar Çarşısı’nda ve İskele Meydanı’nda ise yumurta topuk pabuçlu ve beyaz çoraplı eski tip suçluların yeniden halaya durdukları muhakkaktır. Bu yüzden, ‘81 ile ‘87 arasında Sırmakeş Sokak’taki Ataş Apartmanı’nda oturmama rağmen, ‘91’den sonra Bostancı’ya pek inmedim.

Merâk etmeyin, semt-i dildârım Suâdiye’deki vukuâtları da yazacağım, ama şimdi size önümüzdeki haftaya kadar Bostancı’daki polisiye vak’alardan en komiğiyle vedâ edeyim: ‘53 yılında, Tayyareci Resmi Sokak’taki 7 numarada oturan Arif Ortaç’ın konutuna dadanan bir hırsızın, kıymetli eşyâ yerine, sadece bahçedeki şakayıklardan çalması polisi de pek eğlendirmiş, yapılan araştırmada şakayık hırsızının kimliğinin hemencecik tesbit edilmesine rağmen, adamın satmadığı hâlde neden şakayık hırsızlığı yaptığıysa bir türlü anlaşılamamıştır.

Aradan yetmiş iki yıl geçti, hadi ben de şakayıkları pek seven Veli Yılmaz ismindeki o sevimli hırsızımızın kabrine Muazzez Abacı’dan bir “Şakayık” şarkısı göndereyim: “Gel, şakayık, sakın gitme ellere / Güzel adın düşer sonra dillere / Benzeme sen yabandaki güllere / Sen kırların çiçeğisin şakayık / Sen kırların çiçeğisin”...

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.
3 Yorum