Telli Kavak'tan sâhile doğru birkaç köşk...

“Sultan Abdülmecid'in kerîmesi ve Mahmud Celâlleddin Paşa'nın zevcesi Cemile Sultan'ın da, yine Telli Kavak'ta, hayli büyük bir arazinin içinde, diğer hanedân mensûblarına komşu dört katlı ahşap bir köşkü vardı. Köşkün iki tarafında müştemilatlar bulunan bahçe kapısı ağaçlıklı bir yola açılıyormuş.”

Geçen haftaki makalemdeki soruya hepiniz doğru yanıt verdiğinden, sözümü tutup, sizi Rıdvan İsmail Paşa merhûmun köşkünden Bağdat Caddesi’ne indireceğim. Efendim, daha önce de defalarca belirttiğim gibi, oralar aslında Telli Kavak mevkiiydi, tren hattı oradan geçince Erenköyü yapıp çıktılar. Şeker Ahmet Paşa’nın 1902 yılında sergilediği “Erenköyü Civârında Tren İstasyonu” isimli tablosundaki o iki koyunun otladığı çayırlık şimdi semtin civcivli çarşısı, dikkatle bakın, sağ tarafta Zihni Paşa Camii’ni göremeyeceksiniz, cami 1320’de inşâ edildiğine göre, tabloda 1891 ile 1902 arasındaki Erenköyü’nün resmedildiği muhakkaktır.

Neyse, sadede gelelim: Rıdvan İsmail Paşa, Maliye memûrlarından Süleyman Efendi’ye ait olan ve içinde iki ahşap köşk bulunan araziyi satın alarak burada üç katlı ahşap bir köşk yaptırmıştı. Ama, köşkünün keyfini fazla çıkaramamış, 23 Mart 1906 günü Göztepe’de kendisini bekleyen faytona binerken dört kişinin saldırına uğrayıp, sekiz kurşunla vurularak öldürülmüştür. Rıdvan İsmail Paşa’nın katlinden sonra köşk Mâbeyinci Faik Bey’e satılır. Ondan da 1911 yılında Maarif Nâzırlığı’nca yedi bin beş yüz altına satın alınarak binâda İnâs Numûne Mektebi ismiyle tedrîsâta başlanır. 1916 yılında ismi Erenköyü İnâs Sultanisi oldu. 1925 yılında bitişiğindeki Hatice Sultan’ın Köşkü de on iki bin liraya satın alınarak, ‘43 yılına kadar mektebin yatakhânesi olarak kullanıldı. 22 Şubat 1945 gecesi Rıdvan Paşa’nın köşkünün yanması üzerine, ‘53 yılında okulun yeniden inşâsına başlanmış ve Hatice Sultan’ın köşkü yıktırılarak, bahçesine yeni bir mektep binâsı yaptırılmıştır.

Rıdvan İsmail Paşa’nınkinin bitişiğinde Hatice Sultan’ın köşkü vardı. Sultan V’inci Murad’ın kızı olan Hatice Sultan, köşkü Hacı Hüseyin Paşa’dan satın alarak Erenköyü’ne yerleşmişti. Hatice Sultan, gönlünü kuzeni Naime Sultan’ın zevci olan Kemaleddin Paşa’ya kaptırmıştı. Hatice Sultan’ın, babasının tahttan indirilmesinde amcası Sultan II’nci Abdülhamid’in parmağı olduğuna inandığı ve amcasından intikam alabilmek için bu yolu seçtiği söyleniyordu. Ne kadar sıhhatlidir, bilemiyorum. Ancak, Kemaleddin Paşa ile Hatice Sultan’ın birbirlerine yazdıkları aşk mektupları da Sultan II’nci Abdülhamid’in eline geçmişti. Sultan II’nci Abdülhamid, kerîmesini Kemaleddin Paşa’dan boşattı ve damadını Bursa’ya sürgüne yolladı. Hatice Sultan’ı ise hiçbir zaman sevmeyeceği bir hâriciyeciye nikâhladı. Paşamız Meşrûtiyet’ten sonra İstanbul’a dönmüştür ama ismini bir daha işiten olmamıştır. Nerede ve ne zaman öldüğü dahi doğru dürüst bilinmiyor. Hatice Sultan, ‘24 yılında hanedanın bütün mensûblarıyla birlikte Türkiye’den sınır dışı edildi. Kızlarıyla birlikte Beyrut’a yerleşti, 13 Mart 1938 günü de orada vefât etti.

Sultan II’nci Abdülhamid’in oğlu Şehzâde Mehmed Selim Efendi, Rıdvan İsmail Paşa’nın ve Hatice Sultan’ın köşklerine komşu olan yerde, çok büyük bir arazi içindeki on sekiz odalı köşkü satın almış ve orayı 22 Haziran 1911 günü Ali Kenan Bey ile evlendirdiği kızı Emine Nemika Sultan’a tahsîs etmişti. Emine Nemika Sultan zevci ve çocuklarıyla birlikte ‘24’de memleketten ayrılana kadar o köşkte oturdu. Şehzâde Mehmed Selim Efendi ‘37’de sürgündeyken, Ali Kenan Bey ‘61’de, Emine Nemika Sultan ise ‘69’da vefât etti. Erenköyü’ndeki köşkse çoktan yanmıştı.

Sultan Abdülmecid’in kerîmesi ve Mahmud Celâlleddin Paşa’nın zevcesi Cemile Sultan’ın da, yine Telli Kavak’ta, hayli büyük bir arazinin içinde, diğer hanedân mensûblarına komşu dört katlı ahşap bir köşkü vardı. Köşkün iki tarafında müştemilatlar bulunan bahçe kapısı ağaçlıklı bir yola açılıyormuş. Biri önden diğeri arkadan işleme demir tırabzanlı kavisli mermer merdivenlerden camekânlı bir sahanlığa girildiği yazılmıştır. Oradan da bir merdivenle üst katlara çıkılıyormuş. Mülkiyeti Naime Mes’ud Cemil’e intikal eden bu dört katlı ahşap köşk de, 18 Nisan 1969 gecesi yanmıştır.

Cemile Sultan’ın bahçesinde, üstteki yola bitişik iki katlı bir Selâmlık ve büyük bir ahır vardır. Selâmlık, ana köşkten epey önce, ‘51’de yanmıştı. Onun yerineyse ‘54’te Cemile Sultan’ın torunu Naime ile evli olan Mes’ud Cemil’in tek katlı ve oval sofalı villası inşâ edilmiştir. Mimarı Mehmet Ali Handan’dır. Villanın inşâsında yanan Selâmlık’ın enkazından çıkartılan mermer merdiven basamaklarının ve demir parmaklıkların kullanıldığını biliyoruz.Villanın fotoğraflarınıysa Arkitekt dergisinin ‘54 yılındaki sayılarından birinde görmüştüm.

Cemile Sultan, zevcinin başına gelenlerden ağabeyi Sultan II’nci Abdülhamid’i sorumlu tuttuğundan, Sultan ile uzun bir dargınlık dönemi yaşamış, Saraya yıllarca adımını atmamış, çocuklarını da Saray çevresinden uzak tutmuştur. Ömrünün sonuna doğru ağabeyi ile barıştığı için ara sıra Yıldız Sarayı na gidermiş. Maalesef, bir Saray ziyâretinden sonra, Erenköyü’ndeki köşküne dönerken hastalanıp yatağa düşmüş ve 27 Şubat 1915 günü de Erenköyü’nde yetmiş iki yaşında vefât etmiştir.

Şimdi az aşağıda, Ethem Efendi Caddesi’nin üstündeyiz: Mehmed Ali Paşa’nın Köşkü’nün otuz iki dönümlük arazisi, Bağdat Caddesi’nden başlayıp, tren yoluna kadar uzanıyordu. Arazinin Ethem Efendi Caddesi tarafındaki kısmda çamlar, istasyona bakan üst arka kısmındaysa meyve ağaçlarıyla sebze bahçeleri vardır. Mehmet Ali Paşa 28 Mayıs 1950 günü gelmeze gidince, mirâsçıları köşkü Kâni Nâzım Bey’e satmıştır.

Mehmed Ali Paşa’nın köşkünün hemen karşısındaki köşkse, ablası Adile Hanım’ındır. Yüksek duvarlarla çevrili bakımlı bir bahçenin içindeki köşk, sadece yandaki Mithat Paşa’nın köşkünden gelen Nâzım Hikmet, Mahmut Yesari ve Naci Sadullah gibi misâfirleriyle değil, kedileriyle ve köpekleriyle de edebiyatımıza girmiştir.

Adile Hanım’a komşu olan Mithat Paşa’nın köşküyse, derinliğine uzayıp giden bir bahçenin içindedir. Köşkün çevresi hep çamlıktır. Bu çamlıklardan biri de bodrumdan bahçeye açılan yan kapının karşısındadır. Köşkün ilk katınaysa yanlardaki merdivenlerle çıkılıyor. Merdivenlerin üstündeki balkonlar muhteşemdir. Bodrum katının iki küçük kapısı da yanlardadır. Alt kattaki şömineli büyük salona dört kanatlı camlı bir kapıyla başka bir salon daha bağlanıyor. O salon da mermer bir şömineyle ısıtılıyormuş. Kanatlı kapı açılınca, iki şömine karşı karşıya geldiği yazılmıştır. Alt kattaki mutfağı geçiyorum, ikinci katın arka köşesinde balkonlu büyük bir oda, onun karşısında daha küçük bir oda, ortada yine balkonlu büyük bir oda, yanında küçük bir oda ve koridorun sonundan arka köşeye doğru uzanan biri büyük diğeri küçük iç içe iki oda daha vardır. Çatı katınaysa, büyük bir odayla tavanı çatının eğimine uyan tek pencereli küçük bir oda yapılmıştır. Mithat Paşa’nın vefâtından sonra köşk uzun süre metrûk kalmış olabilir. Ama, mirâsçılarının köşkün katlarını ‘32 ilkbaharında iki aileye aylığı elli liradan kiraladıkları kesindir. Ailelerden biri, Nurhayat Hanım ile kızları Fahamet, Piraye ve Selma’ydı, diğer aile ise, Nâzım Hikmet, onun kızkardeşi Samiye ve Samiye’nin kocası Seyda’dır.

Mithat Paşa’nınkinin altında Şarapçı Herter’in, onun altındaysa Şarapçı Ekerlin’in köşkleri ve bağları vardır. İki aile de Yıldız’ın bahçeleri için yıllar önce Almanya’dan gelmişlerdi. Saraydan ayrıldıktan sonra da, memleketlerine dönmeyip, Ethem Efendi’nin uçsuz bucaksız arazisinden topraklar satın alarak Erenköyü’nde bağcılığa ve şarapçılığa başlamışlardı. Memet Fuat’ın çocukluğunda, Şarapçı Herter ailesinden bir Elza, Şarapçı Ekerlin ailesinden de bir Keti kalmıştır. İki ailenin de büyükleri ölmüş, ailenin erkek çocuklarıysa Almanya’ya dönmüştü. Her yıl biraz daha küçülen bağlarında artık şarapçılık yapılmıyordu. Şarapçılık işi bittiğinden, Elza Herter ve Keti Ekerlin, topraklarından parça parça satarak, ömürlerini tamamlamaya çalışıyorlardı.

Elza, şarap mahzeninin üstündeki küçük kâgir evde oturmuştu, Almanya’da Naziler iktidara gelince, onun Hitlerci kesildiğini Memet Fuat yazmıştı. Ama, komünist Nâzım Hikmet’i de pek sevdiği âşikârdır. Mahzenindeki yıllanmış şaraplarından Nâzım’a göndermeyi hiç ihmal etmemiştir. Keti Ekerlin ise daha farklıdır, isminin Misket olduğunu söyleyecek kadar Türkleşmiş ve yaşamını bütünüyle sokak kedilerine adamıştı.

İkinci Dünya Savaşı çıkınca, Nazi Almanyası’nın baskıları yüzünden hükûmetimiz Türkiye’deki Alman vatandaşlarının ülkeyi terk etmelerini istemişti. Bunun üzerine altı yüz yetmiş iki Alman Türkiye’den ayrılmış, diğerleriyse Almanya’ya dönmeyi redderek vatansız durumuna düşmüşlerdi. Onlar, 23 Ağustos 1944 ile 30 Ağustos 1944 arasında, dört kafile halinde Çorum’a, Kırşehir’e ve Yozgat’a gönderilerek enterne edilirler. Kırşehir’e gönderilenler arasında Elza Herter ile Keti Ekerlin de bulunuyordu. Kırşehir’de Ahi Evren Mahallesi’ne yerleştirilirler. Ancak semt-i dildârı Erenköyü’nden ve kedilerinden ayrılmak hassas Keti Ekerlin’e pek dokunur, birkaç gün içerisinde sağlığı bozulur, yemeden içmeden kesilir, hızla zayıflar. Yüksek tansiyon ve kalp yetersizliği nedenleriyle hastahâneye kaldırılır. Kırşehir valisi, Keti Ekerlin’in Ankara Numûne Hastahânesi’ne nakli için talimat verir. Bir başka ağır hastayla birlikte ambulans ile Ankara’ya nakledilir. Orada bir ay kadar yattıktan sonra, tedavisine Kırşehir Hastahânesi’nde devâm edilmek üzere yeniden Kırşehir’e gönderilir. Maalesef, aradan daha bir hafta dahi geçmeden, yüksek tansiyon ve kalp yetmezliği nedenleriyle, yetmiş altı yaşındayken vefât eder. Onu Kırşehir’de toprağa verirler. Kimsesi olmadığından, Kadıköyü 2’nci Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 1945/11 Tereke sayılı dosyası kapsamında mülkü satışa çıkartılır. Keti’nin aksine Elza Herter enterneden dönmeyi başarmıştır, ama Erenköyü’ndeki evini ve bağını satıp, temelli Almanya’ya gitmiştir.

Yazacak daha çok köşk var, ancak sayfam bitti. Son üç noktayı atmadan önce, bütün sıkıntılarına rağmen, eskilerin hulyâ gibi hoş geçen bir zamanda ömürlerini tamamladıklarına emin olun derim, çünkü bir vakitler Erenköyü’nde baharlar iyi, kâinât da iyiymiş. Bırakın Cumhuriyet devrinin ilk yıllarını, Erenköyü’nün ‘69 sonrasında dahi birkaç defa değiştiğinin tanığıyım, insan şimdi orada da beton ölümler arasına sıkışıp kaldı.Yahya Kemal, “Zannımca Erenköyü’nde artık / Görmez felek öyle bir baharı” derken, haklıymış. Bu hakikata rağmen, belki benimki lâf ü güzâf olacak, yine de Erenköyü’nün çarşısını hâlâ çok seviyorum, inanın orada bir iki saat geçirmek, kalb-i mecrûhuma pek iyi geliyor...

YORUMLAR (8)
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.
8 Yorum