Anne ve babalarıyla birlikte “direk dansı” izleyen çocuklar
“Balıkesir Altı Eylül Belediyesi’nin düzenlediği, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlama programı kapsamında yer alan erotik “direk dansının” velileri eşliğinde ilkokul öğrencilerine izlettirilmesine ilişkin sosyal medyada yer alan haber ve görüntüler kamuoyunda büyük tepki çekti. Konu ile ilgili inceleme ve soruşturma yapılmak üzere il valiliğince İçişleri Bakanlığından müfettiş talep edildi.”
Sosyal medyada ve sağduyu sahibi toplum kesimlerinde de büyük bir şaşkınlık uyandıran bu absürt olay; 21’inci yüzyılda zamanın ruhunu, Türkiye’nin sosyal gerçekliğini, kültürel dokusunu ve değerler sistemini bir türlü gerektiği gibi kavrayamayan bir CHP panoraması ortaya koyuyor.
Kentlerin temel ve vazgeçilmez bir yığın sorunu ortada dururken, bir belediye böylesi bir gösteriyi düzenlemeye neden ihtiyaç duyar ve bunu hangi amaçlarla yapar?
Ilgililere sorsanız; “kültürel etkinliklerin toplumsal bir ihtiyaç olduğu” genel kabulünden hareketle, bu bağlamda gerçekleştirilen direk dansının sanatsal ve estetik değere sahip bir performans olduğunu ileri süreceklerdir.
Söz konusu yorumu benimseyenlerin bakış açısına göre bu etikete sahip olsa bile, böylesi erotik bir icranın çocuklar için uygun olduğunu ileri sürebilmek mümkün müdür?
ABD’de “strip” kulüplerinde sergilenen “direk dansı,” yasal olarak “yalnızca yetişkinler için” (18+) kategorisinde değerlendirilmekte ve eğlence mekanı kapısında yapılan kimlik kontrolleriyle bu gösterilere belirlenen yaşın altındakilerin katılmasına izin verilmemektedir.
Türkiye adına esas çarpık ve kaygı verici olan nokta, video çekimlerinde de görüleceği üzere, gösterinin, herhangi bir denetim ve erişim kısıtlamasının getirilmediği bir mekanda, sıradan bir etkinlikmiş gibi, velilerinin gözetiminde, anaokulu ve ilkokul çağındaki çocuklara izlettirilmiş olmasıdır.
Gösterinin yersiz ve temelsiz bir “ilericilik” ve “çağdaşlık” yorumuyla bir belediye tarafından düzenlenmesindeki münasebetsizliği bir tarafa bırakalım.
Ortalama bir ailenin, küçük çocuklarını yanlarına alarak, herhangi bir ebeveyn sorumluluğu, pedagojik kaygı ya da mahremiyet bilinci gözetmeksizin “direk dansı” gibi kışkırtıcı cinsel çağrışım ve mesajlar içeren bir performansı izleyebilmiş olması, yalnızca bireysel düzeyde bir aymazlık örneği değildir.
Bu tablo aynı zamanda, toplumun genelinde;
-Ahlaki referansların buharlaştığını,
-“Mahremiyet” ve “haya” kavramlarının toplumsal bilinçten ve kollektif hafızadan silindiğini,
-Ebeveyn gözetiminin yalnızca çocuğun fiziksel korunmasına indirgenip, “ruhsal” ve “değer temelli” koruma sorumluluğunun göz ardı edildiğini,
-Toplumun değerler sisteminin korunmasına dair ortak duyarlılığının ve iç denetim mekanizmalarının gücünü kaybettiğini ortaya koyuyor.
Kısacası buradan, toplumsal ilkelerde çözülme, ahlaki duyarlılık ve tepki reflekslerinde körelme, kollektif bilinçte bulanıklaşma ve derin bir “akıl tutulması” yaşandığını tescil eden bir Türkiye fotoğrafı ortaya çıkıyor.
Bu aşamada, sergilenen performansın çocukların ruh ve anlam dünyasında nasıl bir yer tutacağı; psikososyal, bilişsel ve duygusal yapıları üzerinde nasıl izler bırakacağı ve kişilik gelişimlerini nasıl etkileyeceği konusuna eğilmemiz gerekiyor.
“Çocuk psikolojisi ve gelişimi” uzmanlarının görüş ve değerlendirmeleri* çerçevesinde;
-Yetişkin gözünde “estetik” açıdan “farklı bir dans türü” olarak değerlendirilebilecek bir gösteri, çocuğun dünyasında bambaşka bir yer tutabilmekte, sezgisel düzeyde rahatsız edici ve kimlik gelişimi açısından sarsıcı bir etki oluşturabilmektedir. Bu bağlamda ilkokul ve anaokulu düzeyindeki çocukların, yetişkinlerle beraber bu tür bir performansı izlemeye götürülmesi; temelde “pedagojik ilke ve duyarlılıkların” açık bir ihlali, psikolojik açıdan ise “potansiyel bir travma” konusudur.
-Gelişim açısından “somut işlemler evresi” olan ilkokul döneminde, çocuklar, soyutlama yapamazlar; gördüklerini doğrudan ve oldukları gibi algılarlar. Dolayısıyla, yanıp sönen ışıklar altında, erotik müzik eşliğinde sergilenen ve cinsel mesaj içeren bir bedensel performans, çocuk için; neye yaradığını anlamadığı, nedeni belirsiz bir huzursuzluk hissettiği, kendince “ayıp ama niye ayıp olduğunu bilmediği” bir çelişki anı oluşturur.
Çocuk, gördüklerinden utanır, ama neden utandığını bilemez. Neler olduğunu sorgular, ama yeterince anlamlandıramaz. İçten içe sarsılır, ama duygularını dışa vuramaz. Bu durum, saf zihninde ve çocuk benliğinde travmatik bir etki ve derin bir boşluk bırakır. Büyüdüğünde ise bu boşluk, “güvensizlik” ve “ahlaki sezgisizlik” yönünde bir çarpıklığa neden olabilir.
“Başarma” ve “aidiyet” duygusunun geliştiği ilkokul döneminde, çocuk aynı zamanda, “mahremiyet sınırlarını,” “utanma tepkilerini” ve “beden algısını” inşa etmektedir. Direk dansı gibi cinsel çağrışım düzeyi yüksek bir performansa zorunlu seyirci olarak katılmak, bu inşa sürecini sekteye uğratır.
“Mahremiyet” hissini erken ve dengesiz biçimde uyaran dans figürlerinin zihninde oluşturduğu imgeler; çocuğun masumiyet zırhını zedeler ve sonuçta çocuksu “haya” ve “iffet” duygusunun örselenmesi sonucunu doğurur. Görsel olarak anlam veremediği bu tabloyu “iç dünyasında bastırma” ile “ironiyle” ya da “duygusal bir donma” ile geçiştirir. Ancak bu bastırılmışlık, ileride; beden algısında bozulma, cinselliğe karşı suçluluk duygusu, ahlaki tutarlılıkta karmaşa ve uyumsuzluk gibi belirtiler olarak yüzeye çıkabilir.
-Gösteriyi doğal “vasisi” olan ebeveynlerinin refakatinde, okulunun ve belediyenin onayı ve izni altında izlemesi, çocukta; “gördüğüm şeyi garip buluyorum, ama bunu bana en güvendiklerim izlettiriyor. Demek ki sorun bende!…” düşüncesinin doğmasına yol açar. Bu duygu, o anda çocuğun sezgisel “doğru-yanlış yargısını” bastırır. Ancak zamanla “doğruyu yanlıştan ayırt edebilmede” çelişkiye düşmesine neden olur. İç dünyasında garip ve uygunsuz olarak algıladığı görüntülerin, güven duyduğu otoriteler tarafından normalleştirilmesi, pedagojik düzlemde ve güven ilişkisi üzerinden gerçekleştirilen bilinçli bir çarpıtmadır. Bu durum, çocuğun doğru-yanlış algısını bulanıklaştırır, sezgisel değer yargılarını zedeler ve içsel ahlaki pusulasının sağlıklı biçimde gelişmesini engeller.
Bu olayla;
-Ebeveynlik, biyolojik bir statüye indirgenmiş,
-Aile ve okul, pedagojik ve ahlaki kılavuzluk işlevini kaybetmiş,
-Belediye, kendisine düşen görevleri, kamu hizmeti sorumluluğu çerçevesinde yerine getirme yükümlülüğünü ihlal etmiş,
-Toplumun ortak değerler alanı ve ahlaki zemini erozyona uğramış bulunmaktadır.
Çocuklarının sağlıklı ve dengeli gelişmesi açısından hangi içeriklerin zararlı olabileceğini ayırt etme yetisinden mahrum bir ebeveyn kuşağı ve eğitim sistemi; ister istemez toplumun gelecekteki kültürel omurgasını ve değerler sistemini aşındıracak ve ruh sağlığını tehlikeye atmış olacaktır.
(*) Alice Miller, “Başlangıçta Eğitim Vardı”
Erik Erikson, “Childhood and Society”
Zygmunt Bauman, “Çöküş Çağı: Ahlaki Belirsizlikler ve Toplumsal Çözülme














