Devletin parası, neden hesapsızca ve hunharca harcanır?

Devletin parası, “talan edilmek içindir.”

Bu ifade, okuyanlar tarafından “kaba bir genelleme” olarak değerlendirilecektir. Ama ne yazık ki, gerçek durum böyle…

Devlet, temelde “doğrudan üretim yapan,”piyasada “değer üreten bir aktör” değildir. Aksine, kaynak kullanan, para harcayan bir yapıdır.

Bunu iki şekilde yapar:
-Kamu hizmetleri alanında, doğrudan devlet olmanın gerektirdiği temel görevleri (eğitim, sağlık, adalet, güvenlik vb) yerine getirmek üzere para harcar.
-İnsanların hayatlarını sürdürebilmeleri, ekonomik yapının ve üretim sektörlerinin düzenli ve verimli işleyebilmesi için gerekli genel veya kentsel altyapı, ulaşım, iletişim, enerji, lojistik gibi temel hizmet ve yatırımlar için para harcar.

Devlet parasının irrasyonel ve israf boyutunda harcanması, sadece kişisel ve ahlaki zaaflarla açıklanamaz. Bu olgunun temelinde çok katmanlı ve iç içe geçmiş yapısal, kültürel ve psikososyal dinamikler bulunur.

Devlet bir taraftan “para harcayıcı” bir aktör olarak kamu hizmetlerinin sunumu için devasa kaynaklar kullanırken; diğer taraftan harcama sürecinin yeterli denetim, hesap verebilirlik ve sorgulamadan yoksun olması, kamu kaynaklarının verimsiz ve israfçı kullanımını sistematik hale getirmiştir. Ayrıca buna dair, kamuda ortak ve yaygın refleksler ve davranış kalıpları gelişmiş ve bu alandaki birikim zamanla tüm toplum kesimlerini ve kamu yönetimini kuşatan bir “kamu harcaması kültürüne” dönüşmüştür.

Belli başlı kamu yönetimi teorileri ve Türk kamu yönetimi tecrübesi üzerinden edindiğimiz gözlem ve tespitler bağlamında, sorunun anatomisini şu şekilde ortaya koyabiliriz:
-Devlet, biyolojik bir organizma gibi sürekli büyüme eğiliminde olan bir yapıdır. “Parkinson yasasına” göre bürokrasi genişlemek için yaşar ve kendi varlığını haklı çıkarmak için, “gerçek” ya da “göstermelik,” yeni işler üretir. Her şeyden önce devlet, sürekli gereğinden fazla kamu görevlisi istihdam ettiği ve gereğinden büyük kamu binaları inşa ettiği için, doğal olarak kronikleşmiş bir “aşırı kamu personeli harcaması ve cari giderler” sorunuyla karşı karşıyadır.

-Merkezi yönetim veya belediyeler düzeyinde gerçekleştirilen her türlü temel hizmet harcamaları ve altyapı yatırımları; popülizm, oy avcılığı ve “iktidarların sürekliliğini sağlama” kaygılarından uzak kalamaz.

Kamu yatırımları, öncelikle yatırımın yapıldığı bölgedeki insanlara şirin görünmek ve oy desteklerini almak için çok etkileyici ve ödüllendirici bir araçtır. Bir yere yapılmış otoyol, havalimanı ya da kültür merkezi, rasyonel “maliyet-fayda hesabından” çok seçmenin gözündeki “devlet buraya hizmet getirdi” algısıyla meşruiyet kazanır. Bu kabilden, kuru dereye köprü, devasa kamu binası, uçak inmeyecek kente havaalanı, trafik yoğunluğu yetersiz güzergaha yol yapılır.

Aşırı kamu harcaması yapanlar, sonuçta hesapsız davranmış olsalar da, devletin parasını israf etmemek için tutumlu davranan ve olabildiğince az harcayan kişilere göre çok daha “başarılı” addedilir ve “çalışıyor”görüntüsü verirler.

Öte yandan, ihtiyaç analizi yapılmadan gereğinden büyük ve pahalıya mal edilen kamu yatırımları, kamunun harcama faturasını ve devlet yatırım bütçesini rasyonel olmayan şekilde arttırsa da; bunlar, iktidarların kendilerini destekleyen, yakınlık ve işbirliği içinde bulundukları işadamı ve sermaye kesimi için yeni ihale imkanı ve kazanç kapısıdır.

-“Kamu kaynaklarının neden keyfi, hesapsız ve sorumsuzca harcandığı” konusu; temelde “sahiplik algısı açmazı” ve “kamu malının sahipsizliği” olgusuyla ilgili bir sorundur.

Devlet malı sahipsizdir, çünkü “herkesindir.”
“Herkesin olan ise, “hiç kimsenindir.”

Elinor Ostrom, bu durumu “kollektif varlıkların trajedisi,” kavramıyla açıklıyor: İnsanlar, şahsi mülklerini korurlar; ancak herkese, kamuya ait ortak varlıkları suistimal ederler. Kendi paralarını harcama söz konusu olduğunda, yüksek verimlilik ve tasarruf duygusuyla hareket ederler, kılı kırk yararlar. İş, devletin parasını harcamaya gelince, hiç hesap yapmazlar ve hovardaca hareket ederler.

Harcama sürecinin herhangi bir aşamasında yer alan bürokrat, kendi inisiyatif ve imkanlarıyla olsa hiç yapmayacağı veya öngörülen tutarda parayı harcamayacağı yüksek maliyetli bir iş için, gerekli işlem evrakına, “formaliteye uygun olması kaydıyla” imza atmaktan çekinmez.

-Harcama yetkisi olan bürokrat, gelecek yıl bütçesini arttırabilmek için, yıl sonunda kalan ödeneğinin tamamını tüketme arayışına girer. Aksi takdirde, bir sonraki yıl bütçe ödeneği azalacağı gibi; mevcut ödeneğini harcamayıp arttırdığı gerekçesiyle hakkında “yeteri kadar çalışmadı” veya “başarılı olamadı” kanaatinin doğmasından çekinir.

Kamu hizmetinin muhatapları, genellikle çıkarcı ve iki yüzlü davranma eğilimi gösterirler: Devletin yaptığı harcamaların yanlış, verimsiz veya israfçı olduğunu bilseler bile, işlerine geliyorsa yapılanları sorgulamazlar.

Kişi, devleti “harici bir varlık” olarak görür; oradan elde edilen menfaat, sorgulamanın değil “sessiz onayın” konusudur. Devletin yaptığı israf ya da ölçüsüz harcamalar, kişinin doğrudan çıkarına zarar vermiyorsa genelde umursanmaz. Hatta bu israf gösterişli bir hizmet (büyük bir bina, süslü bir park, abartılı bir festival) şeklinde sunuluyorsa, bu genelde “takdir edilecek bir şey” olarak algılanır. Kısacası, “mantıklı mı, yerinde mi, gerekli mi?” diye sormak yerine, “bize de bir şey düşer mi?” ya da “devlet çalışıyor işte” demek tercih edilir.

Bu da ahlaki körlükle pragmatizmin birleştiği yerdir.

-Ayrıca harcamalara yönelik kurumsal iç ve dış denetimler (teftiş denetimleri), kamuoyu denetimi ve siyasi denetim (yasama denetimi) mekanizmaları son derece zayıf, yetersiz ve gerçekte yalnızca periyodik resmi süreçlerin ve formalitelerin yerine getirilmesinden ibarettir.

-Kamu yönetiminin “özel sektör mantığıyla”etkililik, verimlilik ve hesap verebilirlik ilkeleri doğrultusunda yürütülmesini savunan “yeni kamu yönetimi anlayışı” çerçevesinde tüm dünyada olduğu gibi güya ülkemizde de performans ölçümü ve denetimi sistemi getirilmiştir. Ancak kendi başına gereksiz bir harcama kapısı açan bu sistem, bütünüyle bir “şablon” ve yüzeysel bir uygulama olarak kalmıştır.

Devlet kurumlarının verimsizliği ve israfçılığı, “80/20 kuralı” olarak bilinen “Pareto İlkesi’nin tersinden işlediği bir patolojik örüntü ile açıklanabilir.” Yani kamu kurumları çoğu zaman etkili çıktının %20’sini üretirken, kaynakların %80’ini tüketirler. Diğer bir ifade ile devlet, kaynakların %80’ini israf etmesine rağmen, ancak %20 verimlilikle çalışır. Bu sadece bir metafor değil, sahada gözlemlenebilen ve birçok raporla da örtüşen ampirik bir gerçekliktir.

Etik kaygısı olan, yapılan yanlışlardan ve kamu kaynağı israfından rahatsız olan kamu çalışanı, yapılan yanlışları düzeltme şansına sahip değildir. Sistemin katı hükümranlığı, tavizsiz ve ezici işleyişi karşısında ya dışlanır, ya da duyarsızlaşır. Max Weber’in, “modern bürokrasinin bireyleri katı kurallar ve mekanik işleyişle kuşatarak özgür düşünceyi ve insani değerleri boğan bir yapıya dönüşmesini” ifade eden “demir kafes” (iron cage) metaforu, burada oldukça anlamlıdır. Bu bağlamda bürokratik sistem, kişinin vicdanını ve sorgulama kapasitesini bütünüyle devre dışı bırakır.

Özetle, devletin harcama kültürü ve pratiğinde;
-Siyasi motivasyonlarla ve popülist gayelerle şekillenmiş yatırım kararları,
-Bürokratik yapının şartsız teslimiyeti, bürokratik işleyişin yapısal körlüğü ve bürokratik davranışın çıkarcılığı,
-Toplumsal kültürün pasif meşrulaştırıcılığı söz konusudur.

Devletin “kamu harcaması patolojisi;” kişisel niyetlerin ötesinde kamu yönetimi kültürünün, kurumsal zaafların ve kişisel çıkara dayalı yapısal teşvik mekanizmalarının ürünüdür. Devlet malının sahipsizliği, “hukuki ve ahlaki sahiplik inşasıyla” aşılmadıkça; verimsizlik ve israf, kamu harcamasının asli fonksiyonu olmaya devam edecektir.

YORUMLAR (35)
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.
35 Yorum