“Bernard Shaw’ın Amerikalı Beyazların Siyahlara ilişkin yaptıkları hayat tanziminin benzerini biz de kendi içimizde kendimizden birilerine yapmakta çok geri kalmış durumda değiliz. Bunu görmek için yürürlükte olana biraz mesafe koyabilmek yeterli gelecektir. Akışın içinde olduğumuz için çoğunlukla akan şeydeki açmazları göremez hale geliyoruz.”
Amerikalı Beyazlar, Siyahları ayakkabı boyacısı düzeyine indirgerler ve bundan Siyahların ayakkabı boyamaktan başka bir işe yaramadığı sonucuna varırlar.” Tespit Bernard Shaw’a ait ve görebildiğim kadarıyla çok da haksız sayılmaz. Uzaktakini yargılamak, suçlamak, mahkûm etmek kolay tabi ki! Eleştirilen siz olmadığınız veya eleştiren siz olduğunuz için bir probleme yol açmıyor durum. Ancak çoğunlukla mesele bu kadar basit değildir. Eleştiren de eleştirilenin çok uzağında görülmemelidir. Tespitin dile getirdiği hususu sınırlamak, dile getirdiği konu özelinde tutmak için aşırı bir çabanız söz konusu değilse tabi. Çoğunlukla bir koruma refleksiyle tespiti soyutlama imkânından yoksun bırakarak sabitleme yoluna başvurulur. Bu tarz girişimler gerçeklikten kaçış hamleleridir ve belirtildiği gibi en iyimser ifadeyle birer savunma mekanizması olarak anlamlıdırlar. İnsanlık için anlamlı olan husus bu tarz tespitlerin yeni durumlar, ilişkiler, işleyişler, kişiler, deneyimler için transfer imkânı sunacak bir soyutlamaya alan açmalarıdır.
Shaw’ın Amerikalı Beyazların Siyahlara ilişkin yaptıkları hayat tanziminin benzerini biz de kendi içimizde kendimizden birilerine yapmakta çok geri kalmış durumda değiliz. Bunu görmek için yürürlükte olana biraz mesafe koyabilmek yeterli gelecektir. Akışın içinde olduğumuz için çoğunlukla akan şeydeki açmazları göremez hale geliyoruz. Akmakta olanın, akmakta olanın içindeki alan düzenlemesinin doğal olduğunu algılarız. Bize öyle gelir. Doğal olmayan bu durumun vaziyetine dikkat kesilmek, ne tür talep, beklenti, çıkar ve güç ilişkileri özelinde şekillendirildiğini açığa çıkarmak, belirtildiği gibi ekstra bir dikkati ve mesafe alışı gerekli kılıyor.
Bu tür doğallaştırmaların yaşandığı alanların en başta gelenlerinden biri de eğitim-öğretim alanıdır. Shaw’ın belirttiği gibi Beyazlar önce Siyahları ayakkabı boyacısı düzeyine indirgerler ardından da Siyahların ayakkabı boyamaktan başka bir işe yaramadığı sonucuna varırlar. Kendini gerçekleştiren kehanet gibi burada da açtığımız yolun bizi yönlendirdiği sonucun bir tür doğallık içinde gerçekleştiğini varsayıyoruz. Hükmümüzü teyit eden sonucun bizim elimizden neşet eden bir durum olmaktan ziyade nesnel koşulların objektif bir sonucu olduğunu düşünüyoruz. Öğrenci, okul, öğretmen vs. üzerinden konumlandırma yapılıyor devlet tarafından ve bu konumlandırmanın ne tür yönlendirmeler barındırdığını fark etmiyoruz. Bu yönlendirmelerin yapısal olarak ne tür sınırlılıklarla malul olduğunu düşünemiyoruz.
Bir yönlendirme olup olmadığını, bir yönlendirmenin olabileceğini aklımıza bile getirmiyoruz. Öğrencilere ilişkin yapılan tanımlama ve alan düzenlemesi bir tür resmi anlatı eşliğinde meşrulaşırken aynı zamanda hayatın belirli bir dönemini adeta cendereye alan yoğun bir pratikler setiyle de pekiştiriliyor. Bu anlatı ve pratikler karşımıza meşrulaştırımı yapılmış bir doğal evren olarak sunulsa da buna dikkat kesilmek, mevcut işleyişin getirilerini, götürülerini hesap etmek ve hayatın olumsallığı üzerinden alternatiflerinin olup olamayacağına bakmak temel varoluşsal bir sorumluluk olarak önümüzde durmaktadır.
Milyonlarca öğrenci yarıyıl tatilinin ardından kendileri için düzenlenmiş bu tezgâhın öldürücü girdabına yeniden döndü. Bu girdabın varlığı ve işleyişi bir takım teknik meseleler özelinde konuşulup tartışılsa da doğallığına ilişkin ontolojik bir okumanın çok uzağında seyreden eski usul işleyişle yol almaya devam ediyoruz. Öğretmenlik Mesleği Kanunu, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli gibi hususlar öğrencilerin içine yerleştikleri ayakkabı boyacısı olma konumlarını muhafaza eden, muhafaza etmeye dönük bir hamlenin uzantısı olarak görülmeli değil midir? Vaveyla kopardığımız bu hususlar şüphesiz bir tarafıyla önemlidir ancak bunların önemi ve anlamı ancak önceden verilmiş bir hükmün tartışma dışı bırakılması ile ilişkilidir.
O hükmün tartışmaya açılmaması, gözden kaçırılması ile mümkündür. Oysa Türkiye’deki anlamlı bir eğitim tartışması ancak bu tarz temel konumlandırmaları yapan hükümlere çekince koyulduğu ontolojik müdahaleler üzerinden geldiğinde başlamış sayılacaktır. O zaman mevcudun, statükonun ötesine geçmeden, sınırları zorlamadan, yerleşik olanın tasallutundan kurtulmadan bahsedilebilir. Aksi durumda dar alanda top çevirmeyi ana odağa yerleştiren ve bakışı burada sınırlayan yabancılaştırıcı kısır bir döngünün anaforunda ömür tüketmeyi hayat memat meselesi olarak görmeye devam edeceğiz.
Neden bu tarz bir ilişki içinde bulunduğumuzu, zaman mekân ilişkinin niçin bu şekilde planlandığını bilmiyoruz. Hepimiz Shaw’ın ifadesiyle, ayakkabı boyacısı olmaya indirgeyen bir düzenin kurbanları olduğumuz gerçeğini sorgulamaktan yoksun tutulmuş şekilde yol alıyoruz. Neden bu tarz bir hükmün altındayız, neden bu hüküm doğrultusunda tanzimin edilmiş bir düzlemde yol alıyoruz? Bu yol alışın getirisi nedir, bize çıkarttığı maliyeti biliyor muyuz? Bu yönlendirme ne tür alternatiflerden bizi yoksun kılmaktadır? Bunun dışında bir yapılanmaya gitmenin, bunu düşünmenin, bunu talep etmenin imkânı, makuliyeti, meşruiyeti var mı, olabilir mi? Olamaz mı, neden? Mevzunun derin olduğunu bilmeliyiz ve üstelik tahakküm ilişkilerinden bağımsız olmadığının da farkında olmalıyız. Bu yönde bir şüphe taşımanın temel bir varoluş refleksi olduğunun altını özenle çizmeliyiz.
Öğrenci, okul, öğretmen, içerik, ders, kıyafet, tören vs. gibi bir kompozisyon içerisinde yapılandırılmış işleyiş bir yörüngeyi takip etmektedir. Bu yörünge sisteminin kendisini konuşmadığımız, tartışmadığımız için sistem içinde kalarak bazı palyatif düzenlemeleri abartma eğilimiyle yol almayı tercih ediyoruz. Bu yapı ve işleyiş içinde öğrencilerin yaşaya geldikleri, bir kadere dönüşmektedir. Bu kader, başlarına gelen talihsiz bir operasyonun öngörülemeyen neticesi olarak değil diğer hayat tercihleri özenle tahrip edilmiş, kapatılmış ve insanların devlet müdahalesi üzerinden yönlendirilmesi neticesinde önümüze gelmektedir. Daha kötüsü kader kurbanlarının aynı zamanda Nietzsche’nin ifadesiyle başlarına gelene rıza göstermesi, kaderlerini sevmesi (amor fati) beklenmektedir.
Minimal değişiklikler bir takım sembolik kavgaların altında çok büyük gözüktüklerinde bile yukarıda değinildiği üzere, mevcudun muhafazasına çalışan iktidar oyunları olarak kaydedilmelidir. İktidar oyunları içinde yol aldığımızı rahatlıkla belirtmek durumundayız. Bu tip hamleler karşısında konumlandırıldığımız ayakkabı boyacılığının meşrulaştırımının bu anlatı evreninin ve pratikler setinin kaçınılmaz sonucu olarak bize geldiğini görmek durumundayız. Aksi taktirde başımıza örülen çorabın, üzerimizde oynanan oyunların farkında olmadan yapıp ettiklerimizin kendi iradelerimizle gerçekleştirdiğimiz şeyler olduğuna ilişkin bir yanılsama içinde yol almaya devam edeceğiz. Ders çalışmadığımızda başarısız olmamız elbette kaçınılmazdır. Bu başarısızlığı başkasına fatura etmek, sorumlusu olarak başkasını göstermek hiç şüphesiz kabul edilemez. Ancak bireysel bir zafiyet ile sistemik meseleler arasındaki derin farkı da görmek, gözetmek durumundayız.
Yapısal meseleleri biyografikleştiren iktidar oyunları günümüz dünyasının karakteri olarak öne çıkmaktadır. Yapısal bir mesele olarak karşımıza çıkan başarısızlığı bireysel bir anlatıda yitirmek tam da Siyahların ayakkabı boyacısı olarak konumlandırılmasına ve ayakkabı boyacısı olarak sistematik şekilde yönlendirilmelerine rıza göstermektir. Hepimizi ayakkabı boyacısı olarak konumlandıran ve öyle olmamız için işleyen bir düzen yürürlüktedir. Bunu görmezlikten gelerek gideceğimiz yer dün vardığımız yerden farklı bir yer olmayacaktır. Bu nedenle ikinci dönemimizin sonunda bir arpa boyu yol gitmediğimizi bugünden söylememiz kehanet değildir. Çünkü içinde bulunduğumuz düzen, takip etmemiz için ısrarcı olunan yol, özenle kapatılmış diğer yollarla birlikte düşünüldüğünde zaten bir arpa boyu yol gitmememiz için ihdas edilmiş mayınlı alandan öte bir şey değil