İslam’ın güncelleştirilmesi
Osmanlı’da Batı’dan gelen zorlamalarla yapılan reformlar, adını batılılaşma diye koyduğumuz süreci sadece bir sömürge faaliyeti olarak algılamamıza neden oldu. Oysa Batı zorlaması olmasa da yapılması zaruri olan reformlar dünyanın bütün milletlerini değiştirdiği gibi Osmanlıyı da baştan aşağıya değiştirecekti. Bizim batılılaşma, modernleşme adı altında aşırı siyasi anlamlar yükleyerek, içinden çıkılmaz düşünsel bir kaos haline getirdiğimiz süreç, aslında tüm dünyanın kaçınılmaz olarak yaşadığı, yaşamak zorunda kaldığı tarihsel bir kırılmaydı. Bunun toplumsal sonuçları olduğu gibi siyasi sonuçları da oldu ve bu sonuçlara sadece Türkiye değil, dünyanın her bir tarafı maruz kaldı.
Bugün batılılaşma çabaları derken, başka bir kültüre ait olmaya çalışma iması yapılarak tanımlanan süreç, aslında sanayileşme sonrası tüm dünyanın maruz kaldığı mecburi bir dönüşümdü. Bugün yaşadığımız dijitalleşme süreci, nasıl kültürler üstü fakat aynı zamanda kültürel bir dönüşümü içeriyorsa adına batılılaşma ya da modernleşme dediğimiz süreç de değişimi zaruri hale getirdi.
Muhafazakarlar olarak aşmakta zorlandığımız zihinsel engel ise adına ister modernleşme, ister çağdaşlaşma, ister batılılaşma diyelim sanayi devrimi sonrasında din ve kutsiyetin, insan hayatındaki merkezi konumunu kaybetmesiydi. Bu realite ile er ya da geç dünyadaki tüm milletler ve dinler karşı karşıya kaldı. Bu sosyolojik gerçek bizi ürkütüyor ve dönüşümü sağduyulu şekilde kavramamızı engelliyor. Müslümanların yüzyıllardır aşamadığı bir başka engel ise bu sosyolojik gerçekle yüzleşmenin Batı karşısında bir yenilgi anlamına geleceğine dair sahip oldukları ön kabul.
****
Yüzlerce yıl öncesinin toplumsal yaşamını, sanayi devrimi öncesi koşullarına göre, dini ve tebaa aidiyeti esasına göre düzenleyen fıkhi hükümlerin, bugün gayet anlaşılabilir olarak hükmünü kaybettiğini görmek bir yenilgi değil, makul bir tespittir. İslam’ın güncelleştirilmesini talep etmek ise bu noktada bir zaruret. Zaten dönemsel, bölgesel, ekonomik ve kültürel şartlara göre günlük yaşamı düzenleyen hükümleri güncelleyebilmesi, İslam’ın tarih boyunca diğer dinlere kıyasla sahip olduğu en önemli farklardan birisi.
İslam bugün Türkiye’de, ne kadar siyasi polemik yaparsak yapalım hala toplumsal ahlakın yegane teminatı. Ahlaki anlayışımızı ve duruşumuzu belirleyen en önemli kaynak hala İslam. Zaten sorun da bu noktada başlıyor. Toplumsal ahlakımızın teminatı olan İslam bir değer olarak bağlayıcılığını kaybetme sürecine girdi.
Türkiye’de İslam, bir değer olarak tarihinde hiçbir zaman yaşanmadığı kadar anlam kaybı yaşıyor. Bunun en önemli nedeni ise zannedildiği gibi baskıcı hükümetler ve Batı değil, Müslümanların çağdaş yaşama refakat edecek bir değerler silsilesi geliştirememesidir. Ulema ya da kanaat önderleri şehir yaşamıyla barışık bir İslam anlayışı geliştirmekten çok uzak. Hatta böyle bir sorunun varlığından bile çoğu haberdar değil.
***
Ruhban sınıfı olmamasıyla iftihar ettiğimiz dinimizin, bugünün koşullarına göre güncellenmesini talep etmek bireysel bir sorumluluktur. Beklentileri, umutları, yaşam koşulları yüzyıllar öncesine göre kıyas kabul etmeyecek farklılıklar gösteren toplumu hala mızraklı ilmihalle dizayn etmeye kalkışmak ne dinen ne de mantıken kabul edilebilir bir durum değil.
Muhafazakar bir partinin uzun süredir iktidarda olması nedeniyle dinin daha görünür hale gelmesi kimseyi yanıltmamalı. Din belki daha görünür hale gelmiş olabilir ama İslami değerlerin bireyler nezdindeki bağlayıcılığı hızla azalıyor. Esas enkaza ise muhafazakarların iktidarı kaybettiği gün şahit olacağız.














